Yağmurlu bir bahar günü pencereden sokağı seyrediyorum, biraz önce gök gürültüsüyle bardaktan boşalırcasına yağan yağmur yavaşladı ,bulutlar yükseliyor elimde ince belli küçük çay bardağı ,bu bardakla ne zaman çay içsem Balaban'ı hatırlarım. Elimde bardak düşüncelerimde memleketim... Malatya şeker fabrikasının kesme şekerinden, şeker makası ile zar büyüklüğünde kesilen kıtlama şekerle , çayın keyfi başka olurdu.. Çayımı doldururken çay tabağının kenarına iki kıtlama şeker koydum, pencereyi açtım küfül küfül esen rüzgar ,tülü bir içeri bir dışarı savururken mis gibi toprak kokusuyla ,bahçemizdeki hanımelinin kokusu odaya doldu. Gönlümde memleket özlemi, elimde çay, tam da eski fotoğraflara bakacak ortam. Albümün sayfalarını çevirdikçe anılara daldım. Yer yer yırtılmış siyah beyaz fotoğrafta annem makatta(sedir) oturmuş, duvarda işlemeli kabında asılı Kuran-ı Kerim, etrafında sıra sıra dizilen minderler,arkasında sırayla dizilmiş sap yastıkların üzerinde örtülü, bembeyaz patiskada kanefçe (kaneviçe) işlemeli ,ucu tenteneli dantel) örtüler...
Yerde serili çaput kilimler ,Tahminim yetmişli yıllar...
Her evde bu kilimlerden olurdu, çok kıymetliydi. Adı üstünde çaput kilim, eski kıyafetlerden yapılırdı.Eskiden dediğimiz yıllarda şimdiki gibi kıyafet
çok değildi .Rengarenk,sümer divitin,pazenden günlük giysiler dikilirdi. Giysiler az olunca çok giyilir, tez yırtılırdı. Eskidikçe yeniden bozulur, kesilir dikilir değerlendirilirdi.Büyüklerimiz eskisi olmayanın yenisi olmaz derdi. İyice eskiyince sağlam tarafĺarı kenarından köşesinden, çeşitli şekillerde kesilir minder yüzü, bohça, namazlık, bebek bezi, mutfak bezi, el bezi, yiyecekleri koymak için torba, yırtılan çul-çuvallara yama olurdu... Yıllarca süren savaşlardan sonra, yokluğu ,kıtlığı yaşadıkları için ,varlıklı olanlarda idareliydi.Ters yüz edilen, daraltılıp kısaltılan giysileri, ablasının, abisinin kıyafetlerini giyen az değildi. Hiç birşey atılmaz, sökülen dikilir,yırtılana yama yapılırdı.
Fotoğraftaki çaput kilime baktıkça giysileri hatırlamaya çalıştım. bir anımı hatırladım.
Balaban ilkokulundaydım, günlerden cuma, Balaban'da pazar kurulduğu gün, kalabalıktan zor yürünürdü. Panayır yeri gibiydi. Okuldan öğlen yemeğine evlerimize gelirdik.Nermin diye çağıran sese doğru baktım ,bakkal zeynel Ömer amcaydı. Yeniceli culfa ( kilim dokuyan usta) kilimlerinizi dokumuş dükkana bıraktı al götür dedi. Arkadaşlarımla kilimleri yüklenip evimizin kapısına getirdik. Annem komşularla sokağımızdaki selamlığın altındaki sekide oturuyordu.Annem gülümseyerek ''Amann kilimlerim dokunmuş'' dedi, bir çift yolluk, açtılar, ''renkleri çok güzelmiş gülegüle kullan'' dediler.
Hatice yengem," Nermin'in cehizine koy" diyince bana baktılar, ben ne demek istediklerini anlamadım. Lütfiye yenge; "Sen kullan ne çehizi anam o daha çocuk "dedi. Sekide oturan mahalemizin yaşlısı Eşo aba " kız beşşikte cehiz sandıkta allı morlu tam cehizlik olmuş" dedi. Annem o çaput kilimleri çehizime koymuş. Bizim oralarda çehiz asılırdı, (sergilemek) görenler görmeyenlere ''bir çift çaput yolluk varki elden ele verilmez'' demişler. Hala sakladığım cehiz senedimde , bir çift yolluk yazıyor.Annemin el emekleri ,çok kullandım kıyamasamda, arada seriyorum.
Rahmetli annem, torunlarınada hatıra diye çaput kilim dokutmuştu, ilerde moda olur dediği yollukları çıkarttım serdim ,rengarenk dikkatle inceledim; Şerbetimde (sözde ) giydiğim mavi tafta elbisem, babamın ipek kravatları, annemin kaşmir elbisesi, bacılarımın elbiselerini hatırladım.... Çok duygulandım ,insanın şu çaput kadar ömrü yok Bir fotoğrafa, bir kilime baktım, ne emekle dokunup kilim oldu. Eskininde eskisini değerlendirmek nasıl bir emek nasıl bir sabır işidir. Verilen emeği görmeyen, bilmeyen çaput kilim der geçer. Oysa eskiyen kumaşlar bir parmak kalınlığında cılgı( şerit) kesilir, uç uca dikilir, renkler ayrı ayrı yumak yapılır. Daha sonra yün eğirilen iğ ile bükülür tekrar yumak yapılır, Culfalara verilirken ''aman renkleri uyumlu bir araya getir'' diye tenbihlenir. Yeniceli culfalar bu işin ustasıydı. Culfa memet bu işin ustası derlerdi.Bu hafta Cuma günü verirsin haftaya cumaya getirirlerdi.
Fedakar,cefakar, idaresini bilen emektar analar. Çaput yolluklarına renk katsın diye eski kumaşları birbiriyle paylaşan samimi insanlar. Kullanacak hali kalmayan çaputlardan dokunan kilimle geri dönüşümün alasını yapıyorlarmış meğer. Son yıllarda çaput yollukların benzeri konfeksiyon üretimi olarak satılıyor. Hani nerede bizim ilmik ilmik dokunan rengarenk, anısı, ruhu olan çaput çullarımız, yolluklarımız...
Büyüklerimiz israfa karşı çıkınca, onları dinlemiyor, belki de kızıyoruz. Tüketim çılgınlığına o anaların evlatları olarak bizler de dahil olduk. Günümüzde giyilmeyen kıyafetler çöpe atılıyor, çaput kilim dokutan da, kullanan da kalmadı. Bundan dolayı culfalık mesleği de yok oldu.
Azla yetinmeyi, elinde olanın kıymetini bilmeyi, elindekinin eskisini bile değerlendirmeyi bildiğimiz halde uygulamıyorsak ayıp bize. Evlerimizi eşyalarla, kıyafetlerle tıklım tıklım doldurduk. Eşyanın kölesi olduk. Büyüklerimizden, analarımızdan öğrenecek çok şey vardı. Tüm geçmişlerimizin ruhları şad, mekanları cennet olsun. Bize de bütün bunlar ders olsun.