Birden karşınıza biri çıktı. Mehmet Fuat ERGÜN. İnsan merak eder kim bu adam der?
Dün ilk yazımda kısaca haber olarak bilgi verildi.
Gazete Malatya yayın hayatına ara vermeden önce iki üç sene yazılarımı sizlerle paylaşmışdım.
Malatyamızın değerli gazetecilerinden Serdar Barut kardeşim iki gün önce Vahap beyle Gazete Malatya'yı tekrar yayın hayatına kazandırdık demesiyle dünyalar benim oldu. Hemen ilk köşe yazımı sizlerle dün paylaştım.
Yazılarımda, siyaset ve din propoğramı yapmam.
Kitaplardan kopya yapıştır prensibim değildir. 52 senelik yöneticilik birikimlerim ve 74 yaşımın tecrübelerini sizlere aktarmak isterim.
13 senelik gazete köşe yazılarımdan bir kuruş almadım. Almamda.
Malın mülkün, paranın nasıl zekatı varsa, bilginin de zekatı olmalıdır.
Benimle toprak olacak bilgi birikimlerimi nasıl sizlerle paylaşmam.
Bu ön girişden sonra, yüreklerimizi dağlayan deprem mağduru Malatyamızın eski o güzel günlerine sizleri götürerek, biraz yüreklere su serpmek istedim.
Gitti canlarımız gitti. Gitti anılarımız gitti. Gitti Gündüzbey köyüm gitti.
Gitti Malatyam gitti.
Babamın memuriyetiden memleketim Malatya'dan ayrı şehirlerde yaşadık.
Yine de sağ olsun ailem beni yaz tatillerinde Malatya'ya gönderirdi.
1958 yılları hayatımın en güzeli dönemleriydi benim için.
Üç dayı, iki teyze ve üç amca sahibiyim.
Bu kalabalık ailenin, erkek evlatlarından ilk erkek torunum.
Bibilerime isimler taktım. O, küçük yaşımla.
Büyük bibim Zahide, Gündüzbeyin ilk kasaplarından Mınık Hiseyin'le evli. Evde koyun inek bol olunca, Zahide bibimin bacakları arasında koyun derisinden yayıkla sallayarak yaptığı tereyağından dolayı adı YAĞ BİBİ.
Ekmekçi Keziban bibim, bana özel bilik yaptığından BİLİK BİBİM. Malatyamızın göz bebeğiydi. Tandır ekmek yapacak olanlar aylar önce randevu alırlardı.
Zahide bibimin kızı, Gündüzbey ve İsmetpaşa öğretmenlerinden Osman Akın'la evli, evinin içine yanlışlıkla giren bir kuşu tuttuğu için KUŞ BİBİM.
Üç dayım ve teyzemin kocası eniştem, hepsi adliyede zabıt katibi.
Malatya'ya geldiğimin akşamı, bibimeri, dayımları, teyzemleri görmek için sabahı zor ederdim.
Halamın amcamlarımın birer odasında kaldığı eski adı Sığırlık sokak, yeni adı Akbay cad. olan no.27 de kalıyorduk.
Alt caddemiz Hasanbey yolu.
O zamanların apartman dedikleri, iki katlı Renkli apt yolumuzun başındaydı. Paytoncuya adres vermeye gerek yoktu. Renkli apt dersek yeterdi.
Taksi bilmezdik. Tek atlı, çift atlı paytonlar vardı. Gece olunca yandaki fenerleri yanan.
Genellikle çift atlı paytonları tercih ederdik.
Fazla olduğumuzda paytoncunun yanına otururduk. Bağajlarımızı paytoncu bacakları arasına alırdı.
Üst tarafımız İsmetpaşa Gündüzbeye giden yol. Paşanın evinden dolayı Paşa Köşkü denirdi.
Gündüzbeye gidiş gelişlerde ineceğimiz zaman Paşa köşkünde inecek var derdik.
Evimizin önünde harık dediğimiz, bahçelerimizi suladığımız kanal vardı.
Saka Ali dayı, sırası gelen evlere su bağlardı.
Evlerde su yoktu. Foto Yusuf'un evinin önündeki mahalle çeşmesinden sitillerle su taşırdık.
Bibimin kızları, evimizin önündeki harıkdaki akan suda, külle bulaşık yıkarlardı.
Bizim evden merkeze, hükümet konağına, Sıtmapınarı denilen parke taşlı tek dar bir yol vardı.
Direkt hükümet konağına çıkardı.
Sağda Malatya'nın ender doktorlarından Azmi Kalaycıoğlu tabelasını görürdük.
Solda eniştemin o zamanlar her çesit malın bulunduğu büyükçe bir dükkanı vardı.
Sabahları erkenden babannem kasap pazarında kemik alır; eve getirir bir tencerede kaynatır tüm aile on, onbeş kişi oturur yerdik.
Sabah kahvaltımız genellikle isot dediğimiz dolmalık biber kızartması olurdu.
Akşam üzeri evimizin önündeki küçük bahçemizin bir köşesinde çalı çırpıyla pişirilen bulgur pilavıyla, bahçemizden topladığımız taze fasulyeyenin lezzetine doyum olmazdı.
Gündüzbeye gitmek için evden bir çeyrek saat yürür hükümet konağı yanında sırayla bekleyen burunlu otobüslere biner kalkış saatini beklerdik.
Önceleri Gündüzbey otobüsleri yok denecek kadar az olduğundan İsmetpaşa otobüslerine biner; İsmetpaşadan Gündüzbeye yaya en az yarım saat yürürdük.
Yol güzerğahında şimdi tarla olan Tecde göleti bana enteresan gelirdi.
Şimdi düşünüyorum aklım ermiyor.
Şu an araçlarla on dakika süren Malatya, Gündüzbey yolu için, nasıl otobüsün kalkmasını saatlerce beklerdik.
Gündüzbey benim en mutlu yaşam alanımdı.
Köprü kahvelerinde çay;
kanala sarkıtılan delikli tenekelerde soğutulan gazoz içmek en büyük zevkimdi.
Kanalda çimeye çalışan arkadaşlarıma hayretle bakar, o akıntısı yüksek su da nasıl riski göze alıp, atlayarak diğer köprü ayağına tutunurlardı inanmazdım.
Bir kere arkadaşlarım bana şeherli demesinler diye riski göze aldım denedim. Bir daha tövbe.
Benim tercihim, arkadaşların taşlarla etrafını çevirdiği, yirmi otuz metre karelik Gündüzbey çayındaki Bayrambağı su göletiydi.
Çakalıkavağına üzüm bağına gitmek her baba yiğidin harcı değildi. Çakalıkavak yolu üzerinde iki üç adam boyu derinlikte, tünel çıkışı kanala Ören denilirdi. Kapılık dediğimiz tünel çıkışı geniş kanlada yüzmek bizlere göre değildi.
Tahnebi üzümünün o altın sarısı rengi, tadı bir başkaydı.
Akşamları Cemal abinin kamyonu köprüde bekler; günlük meyvasını deren köylü akşamdan yükünü Cemal abinin kardeşi muavin Hacı abiye teslim ederlerdi.
Ürünü olan köylüler sabah namazına müteakip kamyon üzerinde ürünlerini Malatya haline götürüp satarlardı.
Hele dut, üzüm zamanı. Bastık, yani bestil yapmak bana ayrı bir heycan verirdi.
Büyük kazanlarda dut, zamanına göre üzüm kaynatılır, çarşaflar serilir ve kurutulmaya bırakılırdı.
Tandır ekmeği pişirmek hayatımda somun ekmeğinden başka ekmek görmemiş biri için bana çok değişik gelirdi.
Gece yarısı kalkılır, hamur hazırlanır, temiz çarşafın üzerinde ayaklar yıkanarak ayaklanır, imece usulü komşu hanımlar ekmek açar tandırdın başında Ekmekçi Keziban Bibim pişirirdi.
Tereyağlı biliğin tadına doyum olmazdı.
Ya! eşekle, sabah gün ağarmadan, Banazıya, Horataya, Kadiruşağına gitmeye ne dersiniz?
Her eve kanaldan bağlantı vardı.
Evlerin ortasında buzdolabı yerine havuz ve havuzdan daima akan buz gibi su.
Günlük yemekleri, ayranı, yoğurtlu çorbayı soğuk tutardı.
Köyümüzün, Çakır Ahmedi, Kör Hacisi, Hafız Alisi, Hacıbekir Ergün unutulmayacak isimlerdendi.
Tüm köylü saygı duyardı.
Diş çeken, sünnet yapan berberiniz bile vardı.
Rahmetli babannem, ilk arabanın köye geldiğinde şaşırmış, farlarına dokunarak Uy! anam bunun gözleri var dediğini hatırlarım.
Yıne babannem üzüm bağında, bibim diğer yamaçtaki bağda.
Babannem bir ses duyar. Bibime seslenir.
Kız Zahide burda zombultu var senin orda varmı der. Bibim de he! ana burdada var. Derdemez, babannem eyvah deprem oldu diye işi gücü bırakıp köye dönerler; meğersem ilk uçağın köyümüz üzerindeki moturunun sesiymiş.
Mehmet Fuat ERGÜN
01.07.2024