Yüksek katlı apartmanlar yapılmadan önce Malatya’nın her tarafından kaynak suları yer yüzüne çıkardı. Teze Caminin suyu kendiliğinden kaynar; küçük bir demir fanustan fokurdayarak abdest suyu olurdu. Bu kaynaklardan biri de Babuğdu’da dayımın bahçesinden çıkan kaynak suyu idi. Bu su kaynadıktan sonra dere olur nazlı nazlı akar, dabakçıların istifadesine ikram edilirdi. Bir de girişte iki katlı rençber damı vardı. Ara sıra oralara piknik amacı ile giderdik. Bu yer şimdiki Eski Sanayi Çarşısı’nın alt tarafında demiryolu güzergâhına isabet ederdi. Yakın zamanlara kadar bu su yer yüzüne çıkarmış. Malatya’da araba ile oradan geçerken arkadaşım bana dönerek “Buradaki suyu şebekeye kattılar” dedi. Herhalde su şebekesi değil kanalizasyon şebekesidir. Allah’ın adamları nasıl becerdiler bilemiyorum; Malatya’nın tüm yeraltı sularını bir boşluğa ve kanalizasyon şebekesine vermişler. En son Babuğdu suyu kalmıştı, onu da becermişler, körletmişler. Oysa bu su kenarına 1950 li yıllarda oradaki bahçemize piknik yapmaya giderdik.
Hiç unutmam bir gün dayım rençbere söylemiş; Leblebici Sokağındaki evimizin önüne tek atlı bir yaylı geldi. Kadınlar ve çocuklar yaylıya bindik. Büyükannem(annemin annesi) ise en son bindiği için yaylının sol tarafına yerleşti. Anneannem yüz on kilo civarında idi, ayakları ağrıdığından sağa sola yalpalayarak yürürdü. Dayım rençberin sürücülüğü eşliğinde bizi yolcu etti. O zamanın Malatya’sının yolları su yolları olarak kabul ettiğimiz yollar veya çok dar yollardı. Yolların kenarları çalılarla kaplı idi. Türkülerde de geçer ya; kara çalı bana aman vermiyor, etrafıma dikenli çalılar sıralanmış diye. Malatya’lılar bahçelerin etrafını dikenli çalılar ile koruma altına alırlardı.
Hedef Leblebici sokağından ver elini Babuğdu. Çalılı ince yollardan ilerler iken bir yere geldik ki, at parladı. O dar dikenli Malatya yollarından hızla ilerledi. Sürücü ata pırs diyor, dizginleri çekiyordu; amma velakin at zapt olmuyordu; olmuştu bir taksi, biz de arabanın içinde yalpalıyorduk. En sonunda araba Babuğdu yakınlarında bir çalı kenarında dengeyi kaybetti ve at dikenli çalılarla kucaklaştı, çalıların üzerine yattı, ancak araba şişman büyükannem sayesinde devrilmedi. Bizler hemen çintiyan gibi arabadan atladık. Araba devrildi devrilecek, at zaten çalıların göğsüne çoktan yerleşmişti. Biz anneannemi düşünüyorduk, araba da çalı ile kucaklaşırsa her şey olabilirdi, yaşlı kadın birkaç takla atabilir mutlaka yaralanırdı. Büyükannem yavaş yavaş yaylıdan kalktı, arabanın binme basamağına birinci adımı attı, araba şöyle bir sallandı. İkinci adımı da attı gene şöyle bir sallandı. Onun inmesi ile birlikte yaylı arabası da atın yanına yattı. Herkes toplanmıştı. En sonunda at arabadan kurtarıldı, herkes derin bir nefes aldı.
Zamanla Babuğdu’daki bu su kaynağının başına keyifçiler musallat olmuş. Bir gün oraya gittik ki, çakallar oraya tünemiş. Dayım bir çalı kuşağı çekti bağırarak hepsini dağıttı. Daha sonra da kaynağın yanına gelmesinler diye karın bumbar ve bağırsak doldurmuş. Hey gidi Malatya nereden nereye? Bu bahçenin yerine sanayi sitesinin yapılmasından dolayı dayıma sekiz adet dükkân vermişler. Malatya’nın her köşesi böyle hikâyelerle doludur. Yukarıda da dedim ya bu sular, bu yeşillikler, bu bahçeler, bu tabiat gitti mi gitti !
Evliya Çelebi Malatya’yı az bile övmüş. Malatya sebze, meyvecilik ve de onların lezzeti açısından değil Türkiye’nin, dünyanın bir numarasıdır. Suyu hoş havası hoş, toprakları hoş, insanları hoştur. O ne güzellik o ne haşmet, o ne lezzet, o ne yeşillik, o ne su idi? Ben Cennette yaşadım ya, gerisini boş ver. Gelenler kendilerini düşünmedikten sonra bana ne? Varsın yeşillikleri katletsinler, apartmanlar diksinler, rant peşinde koşsunlar işte onlar zaman gelecek kendi yaptıklarından bile utanacaklardır.
Değer verdiğim bir tespit vardır. İnsan sonradan değişmez. Çağalığında ne ise hayatında da odur. Onun değişimine sebep şartlarının değişmesidir. Zengin olur ise kasılabilir, makam mevki sahibi olur ise şaşırabilir, fakir ise el ayak, etek öpebilir. Bu durum onun karakterinin dışa yansımasıdır, onun karakterinin değişikliği değil. Aslıh-u ve nesluh-u demişler.
Bu yazımda, gerek yöresel tabirler olsun gerekse de diğer tabirler olsun anlamını vermeyeceğim. Merak edenler arasın bulsun. Şimdi çocukluğumun sebze ve meyvelerini tanıtmaya çalışayım. Bu gün o meyve ve sebzeler olsa normal fiatının on katını vererek alırım. Onlarda suni gübre yoktu, GDO yoktu, suni tohum yoktu.
Tüm ifadeler:
66Hüseyin Şahin, Feramuz Tosun ve 64 diğer kişi