Dün sabah bir arkadaşımdan mail aldım.
Dayanamadım; yazılarımın özünü simgeleyen bu konuyu siz sayın okuyucularımla paylaşmak istedim.
" 500 kişi bir seminerdeydi. Birden konuşmacı durdu ve bir grup çalışması yapmaya karar verdi. Herkese bir balon vererek başladı. Herkes kalemle balonuna adını yazmalıydı. Sonra bütün balonlar toplandı ve bir odaya kapatıldı.
Katılımcılar odaya alındı ve 5 dakika içinde üzerine isimlerini yazdıkları balonu bulmaları söylendi. Herkes deli gibi kendi adını aramaya başladı, insanlar çarpıştılar, bir birlerini ittirdiler, tamamen bir kaos ortamı oluştu.
5 dakikanın sonunda kimse kendi balonunu bulamamıştı.
Konuşmacı bu sefer herkesin bir balon almasını ve üzerinde adı yazan kişiye o balonu vermesini söyledi. Bir kaç dakika içinde herkes kendi balonuna kavuşmuştu ”
Konuşmacı dedi ki : " " " "Yaşamımızda bunu görüyoruz. Herkes deli gibi mutluluğu arıyor ve nerede olduğunu bilmiyor. Yalnızca kendi mutluluğuna odaklanıyor.
Bizim mutluluğumuz başkalarının mutluluğunda gizlidir. Onlara mutluluk verin; sizinki size gelir. Ve insanların yaşam amacı da budur...mutluluğun peşinden gitmek."
Evet bu yazıya şapka çıkarılır.. Her birimizin tek tek yapmış olduğu hata değil mi?
Ego, nefis.Yani BEN..
Etrafımda çok görüyorum ben diyen insanların asla mutlu olmadığını. Her işinde önce kendi çıkarını düşüneneler nasıl huzurlu yaşar?
Hayat dediğimiz kavram bizim yaşam sürecimizden oluşuyor.Bu sürecin aktörleri kim? Elbette insan.
İnsanla muhatap olmadığımız en küçük bir zaman dilimimiz var mı? Hayır.
Olduğunda fiziksel ve ruhsal yapımız başlar çökmeye.. Sosyal bir ortamda olmayan bir insanın yaşam sevincinin varlığından asla söz edilemez.
Her anımız insanla haşır neşir olan bizler, karşımızdakileri kendimiz gibi düşünürsek yaşamın tadını almaya başlarız.
Ne demişler ” İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır ”
Bize batan küçük bir iğnenin acısını hissedebilirsek, asla başkasına çuvaldız batırmayı düşünmeyiz.
İnsani ilişkilerde başarının sırrına erişmenin tek yolu başkalarını mutlu etmek. İlişkide bulunduğumuz kişiler mutlu oldukça, bizler de mutlu oluruz.
Düşünün son model arabanızla etrafı surlarla çevrili yüzme havuzlu lüks villanızda yaşıyorsunuz.
Korumalarınızla iş yerinize gidip geliyorsunuz. Villana uçan kuş giremiyor. Ama etrafınızda yaşıyan insanlar aç ve yoksul.
Bir dilim ekmeği zor buluyorlar. Gel de mutlu ol. Bir kere o yoksulların her an gelip lüksümü bozacak endişesinden gece gündüz uykuların kaçmıyor mu?Kaçmayacak olsa neden bu kadar koruyucuyla yaşıyorsun?
Ama o varlığınla biraz egonu yensen paylaşmayı bilsen, etrafında bulunan yoksulların yüzlerini güldürsen, çevrende çiçekler açmaz mı? O çiçekler mis kokular saçmaz mı?
Çıkar, çıkar… Hep ben, ben..
Ama bir noktaya kadar. Sonunda benim sadık yârim kara toprakla buluşmayacakmıyız?
O kara toprağın dünyalara değişmeyeceğimiz bir gözümüzü nasıl oyduğunu düşünmeyecekmiyiz?
Öldükden sonra cesedimizin bir gün dayanmadığını daha anlamadık mı?
Haydi gelsin karşındakinin mutluluğunu hiçe sayan nefisci bu insan. Zevkiyle lüksler içinde yaşadığı doyamadığı bu dünyasında, mezara konmadan bir gün daha fazla kalabilsin. Mutluluğu kendisinde arayan bu adam, bir gün sonra cesedinin o pis kokusundan en sevdikleri kişilerin nasıl kaçtığını ah bir anlayabilse.
“ Mal da yalan mülk de yalan,var biraz sen de oyalan ”
İşte bu çıkar heveslerimiz hastalığından yalanlarla oyalandıkça, başkalarını mutlu etmeden, kör gözümüzü açmadan geçip gidiyoruz.
Karşımızda bulunanlara değer vermeden bir hiç olarak yok olmuyormuyuz?
Mehmet Fuat ERGÜN
12.02.2021 ROMANYA