Fatih DULKADİROĞLU
Köşe Yazarı
Fatih DULKADİROĞLU
 

YERSEN!

Almancası “Bauernlist” olan sözcüğün Türkçe karşılığı “Çiftçinin kurnazlığı” dır. Almancadan geçen bu sözcük öbeği, dilimizde “Köylü Kurnazlığı” olarak kalıplaşmıştır. Deyim, köylüleri yargılayan bir anlam içeriyor gibi görünse de doğrudan köylüyü hedefe koyan bir deyim değildir. Olayların önünü arkasını düşünmeden; sonuçlarını hesaba katmadan salt “Anlık çıkarların peşinde koşmak ve doyumsuzluk ” anlamında kullanılan bir deyimdir. En yakın arkadaşını, dostunu, komşusunu, üç kuruşluk çıkar uğruna satarak bir adım öne geçme çabası olarak yorumlanabilir. Herhangi bir konuda yakınlarımızla birlikte hareket ederken, başımız sıkıştığında ya da işin içinde bir çıkar gördüğümüz an sıvışıp kaçmayı kurnazlık olarak algılarız. Ahlaki çöküntünün hızla yayıldığı günümüzde, çıkarcılığın, toplumun her kesiminde ve yaşamın her alanına Ayrıkotu gibi yayıldığını görebiliriz. Köylü kurnazlığının yaygın olduğu toplumumuzda, ticari ahlâksızlık, başkalarının haklarını kendi çıkarları uğruna yok saymak, normal bir davranış olarak kanıksanmaktadır. Yaptığı kötü bir eylemin toplum kurallarına aykırı olduğunu bile bile, kendini haklı çıkarma yönünde arsızca savunmaya kalkışanlar da azımsanmayacak orandadır. Bazı dini söylemlerin siyasette oy toplama aracı olarak kullanılmaya başlandığı ellili yıllardan günümüze, yetmiş yılı aşkın bir süre geçmiştir. Bu zaman diliminde “Benim memurum işini bilir”, “Verdimse ben verdim”, “Dün dündür bugün de bugün” sözlerine herhangi bir siyasetçinin dilinden istemsizce çıkmış sözler olarak bakılmamalıdır. Ne yazık ki halkta karşılığını bulan bu sözler: Yandaş kayırmacılığının önünü açan, köylü kurnazlığını olağanlaştıran en belirgin örnekler olduğu gibi, toplumun bir kesimi tarafından da yadırganmamış sözlerdir. Günlük yaşamda birçok örnekler verilebilir köylü kurnazlığına. Mahkeme salonlarını, adaletin eşit dağıtıldığı salonlar olarak bilmez miyiz? Sırasını beklemeyi enayilik sayarak dosyasının öne alınması için mübaşire şirinlik yapan avukatlar görürsünüz adliye koridorlarında. İleri yaştaki insanlara, hamilelere, engellilere yer vermemek için yol boyunca gözünü telefondan ayırmayan, yalandan uyur gibi yapan aldırışsız gençler görürsünüz toplu taşım araçlarında. Elektrik sayacının mandalını indirip kaçak elektrik kullanır. Bunu açıkgözlülük sayar. Müteahhitse yaptığı binanın demirinden çalar, çimentosundan çalar, depremde yıkılan evin sorumluluğunu üstlenmez. Bir litre süte yarım bardak su katan sütçünün; tereyağına patates katarak sarartıp satan mandıra sahibinin; ekmeğin gramajını düşüren fırıncının; otopark alanlarında engelliler için ayrılan alanı işgal eden görgüsüzün; sıradan bir işi abartılı fiyatlara yapan tamircinin çıkarcılığının altında köylü kurnazlığı yatmaz mı? Trafik kurallarına uymayarak hız yapılmaması gereken yolda aşırı hız yaparak başkalarının hayatını tehlikeye atan sürücü, kendini dünyanın en çevik insanı olarak görür. Yaşları ne olursa olsun, para çekme makinelerinde veya büyük alışveriş mağazalarının kasa kuyruğunda beklemeyi enayilik sayıp “Acelem var” diyerek kaynak yapmaya çalışanların sayısı az mıdır? Nasıl olsa af çıkacak diye vergi, sigorta prim borcu, trafik cezası gibi yükümlülüklerini zamanında yerine getirmeyenler, kendilerini toplumun en akıllısı sayanlar değil midir? Seçimlerin yaklaştığı dönemlerde ivme kazanarak kentleri nefessiz bırakan kaçak ve çarpık yapılaşmanın olumsuz sonuçlarını 6 Şubat Depremi’nde binlerce insanımızın canıyla, malıyla ödemedik mi? Bütün bunların yanında; en temel insan hakkı olan yaşam hakkımızı ve özgürlüklerimizi tehdit eden ergen zorbalığına, sokak zorbalığına ya da siyaset dilindeki çirkinliğe ne demeli? Bu zorbalıkları yapanlara “Hadi oradan!” denilemiyor olmasını konuşmak bile istemiyorum. Sindirilmiş bir toplum olmamızın nedeni her alandaki hukuksuzluk olabilir mi? Kurnaz insan ilkesizdir. Tutum ve davranışları duruma göre değişebilir. Akıllı insanın ilkeleri oturmuştur. Kişisel çıkarları uğruna ilkelerinden ödün vermez. Karşısındakini aptal sanarak ondan yararlanmaya çalışanlar, kendi aptallıklarının ayırdına varamayanlardır. Nereden mi çıktı bu kurnazlık, çıkarcılık konusu? Farklı şekillerde yorumlanan eski bir öyküdür “Benim odunlarım ne olacak” öyküsü. Yoksul bir adam, dağdan odun kesip kasabanın pazarında satıyormuş. Eşeğine yüklediği odunları satmaya giderken kasaba yolunda bir adama rastlar. “Nereye?” der yürümekte zorlanan adam. “Kasabaya gidiyorum odunlarımı satacağım” der yoksul adam. “Çok yorgunum, gördüğün gibi biraz da kiloluyum. Yürümekte zorlanıyorum. Sana bu odunların parasını vereyim kasabaya kadar eşeğe ben bineyim” der. Parayı peşin gören yoksul adam, eşeğin sırtındaki odunları indirir, urganını toplayıp eşeğin palanına bağlar. Odununun parasını alır ve yorgun adamı eşeğe bindirir. Adamın yorgunluğunu fırsat bilen köylü, az sonra, geride bıraktığı odunlarına bakakalır: “Odunlarım ne olacak? Odunlarımı belki daha fazlaya satardım, aldığım para az oldu sanki” der, bıyık altından gülümseyerek. “Sen odunların için istediğin parayı aldın ya! Ben seninle pazarlık bile etmedim. Ne istediysen onu verdim.” “Aldım almasına da… Yani, ne bileyim?” Şişman adam: “Pişman mısın sattığına? Beni kasabaya bıraktıktan sonra geri dönüp bana sattığın odunları yeniden yükleyip almayacağını nereden bileceğim? Benden daha fazla para koparmak amacıyla yaptığın bu davranışa bizim oralarda ‘Yerse!’ denir. Demek ‘Yersen ha!’... Yemezler efendi, yemezler! Al eşeğini ver paramı. Ben zaten dura dinlene gidiyordum. Yine aynı şekilde giderim kasabaya, senin doyumsuzluğuna pabuç bırakacak değilim” der ve eşekten iner. Köylüye verdiği parasını alarak yola koyulur. Tek başına eşeğe odun çatmanın zorluğunu hesaba katmayan yoksul adam, kurnazlığının ve açgözlülüğünün cezasını geri dönüp odunları bin bir güçlükle yeniden eşeğe yüklemekle öder. Pazara geç kalmıştır. Elinde kalan odunu yok pahasına satmak istese de pazarda alıcı bulamaz. Yorgun argın, satamadığı odunlarla birlikte köyüne dönmek zorunda kalır. Bu öykü, toplumun büyük bir kesimini etkisi altına alan köylü kurnazlığını anlatan en güzel öykülerden biridir. Toplumumuzdaki sosyal çürümenin ve içinde debelendiğimiz ekonomik sıkıntıların gerçek sorumluları, kısa vadeli çıkarlar uğruna kurnazlıklar yaparak kazanç sağladığını sanan sözde akıllılar değilse… Kimlerdir?
Ekleme Tarihi: 08 Temmuz 2024 - Pazartesi
Fatih DULKADİROĞLU

YERSEN!

Almancası “Bauernlist” olan sözcüğün Türkçe karşılığı “Çiftçinin kurnazlığı” dır. Almancadan geçen bu sözcük öbeği, dilimizde “Köylü Kurnazlığı” olarak kalıplaşmıştır.
Deyim, köylüleri yargılayan bir anlam içeriyor gibi görünse de doğrudan köylüyü hedefe koyan bir deyim değildir. Olayların önünü arkasını düşünmeden; sonuçlarını hesaba katmadan salt “Anlık çıkarların peşinde koşmak ve doyumsuzluk ” anlamında kullanılan bir deyimdir.
En yakın arkadaşını, dostunu, komşusunu, üç kuruşluk çıkar uğruna satarak bir adım öne geçme çabası olarak yorumlanabilir. Herhangi bir konuda yakınlarımızla birlikte hareket ederken, başımız sıkıştığında ya da işin içinde bir çıkar gördüğümüz an sıvışıp kaçmayı kurnazlık olarak algılarız.
Ahlaki çöküntünün hızla yayıldığı günümüzde, çıkarcılığın, toplumun her kesiminde ve yaşamın her alanına Ayrıkotu gibi yayıldığını görebiliriz.
Köylü kurnazlığının yaygın olduğu toplumumuzda, ticari ahlâksızlık, başkalarının haklarını kendi çıkarları uğruna yok saymak, normal bir davranış olarak kanıksanmaktadır. Yaptığı kötü bir eylemin toplum kurallarına aykırı olduğunu bile bile, kendini haklı çıkarma yönünde arsızca savunmaya kalkışanlar da azımsanmayacak orandadır.
Bazı dini söylemlerin siyasette oy toplama aracı olarak kullanılmaya başlandığı ellili yıllardan günümüze, yetmiş yılı aşkın bir süre geçmiştir. Bu zaman diliminde “Benim memurum işini bilir”, “Verdimse ben verdim”, “Dün dündür bugün de bugün” sözlerine herhangi bir siyasetçinin dilinden istemsizce çıkmış sözler olarak bakılmamalıdır.
Ne yazık ki halkta karşılığını bulan bu sözler: Yandaş kayırmacılığının önünü açan, köylü kurnazlığını olağanlaştıran en belirgin örnekler olduğu gibi, toplumun bir kesimi tarafından da yadırganmamış sözlerdir.
Günlük yaşamda birçok örnekler verilebilir köylü kurnazlığına.
Mahkeme salonlarını, adaletin eşit dağıtıldığı salonlar olarak bilmez miyiz? Sırasını beklemeyi enayilik sayarak dosyasının öne alınması için mübaşire şirinlik yapan avukatlar görürsünüz adliye koridorlarında.
İleri yaştaki insanlara, hamilelere, engellilere yer vermemek için yol boyunca gözünü telefondan ayırmayan, yalandan uyur gibi yapan aldırışsız gençler görürsünüz toplu taşım araçlarında.
Elektrik sayacının mandalını indirip kaçak elektrik kullanır. Bunu açıkgözlülük sayar. Müteahhitse yaptığı binanın demirinden çalar, çimentosundan çalar, depremde yıkılan evin sorumluluğunu üstlenmez. Bir litre süte yarım bardak su katan sütçünün; tereyağına patates katarak sarartıp satan mandıra sahibinin; ekmeğin gramajını düşüren fırıncının; otopark alanlarında engelliler için ayrılan alanı işgal eden görgüsüzün; sıradan bir işi abartılı fiyatlara yapan tamircinin çıkarcılığının altında köylü kurnazlığı yatmaz mı?
Trafik kurallarına uymayarak hız yapılmaması gereken yolda aşırı hız yaparak başkalarının hayatını tehlikeye atan sürücü, kendini dünyanın en çevik insanı olarak görür. Yaşları ne olursa olsun, para çekme makinelerinde veya büyük alışveriş mağazalarının kasa kuyruğunda beklemeyi enayilik sayıp “Acelem var” diyerek kaynak yapmaya çalışanların sayısı az mıdır?
Nasıl olsa af çıkacak diye vergi, sigorta prim borcu, trafik cezası gibi yükümlülüklerini zamanında yerine getirmeyenler, kendilerini toplumun en akıllısı sayanlar değil midir?
Seçimlerin yaklaştığı dönemlerde ivme kazanarak kentleri nefessiz bırakan kaçak ve çarpık yapılaşmanın olumsuz sonuçlarını 6 Şubat Depremi’nde binlerce insanımızın canıyla, malıyla ödemedik mi?
Bütün bunların yanında; en temel insan hakkı olan yaşam hakkımızı ve özgürlüklerimizi tehdit eden ergen zorbalığına, sokak zorbalığına ya da siyaset dilindeki çirkinliğe ne demeli? Bu zorbalıkları yapanlara “Hadi oradan!” denilemiyor olmasını konuşmak bile istemiyorum.
Sindirilmiş bir toplum olmamızın nedeni her alandaki hukuksuzluk olabilir mi?
Kurnaz insan ilkesizdir. Tutum ve davranışları duruma göre değişebilir. Akıllı insanın ilkeleri oturmuştur. Kişisel çıkarları uğruna ilkelerinden ödün vermez. Karşısındakini aptal sanarak ondan yararlanmaya çalışanlar, kendi aptallıklarının ayırdına varamayanlardır.
Nereden mi çıktı bu kurnazlık, çıkarcılık konusu?
Farklı şekillerde yorumlanan eski bir öyküdür “Benim odunlarım ne olacak” öyküsü.
Yoksul bir adam, dağdan odun kesip kasabanın pazarında satıyormuş. Eşeğine yüklediği odunları satmaya giderken kasaba yolunda bir adama rastlar.
“Nereye?” der yürümekte zorlanan adam.
“Kasabaya gidiyorum odunlarımı satacağım” der yoksul adam.
“Çok yorgunum, gördüğün gibi biraz da kiloluyum. Yürümekte zorlanıyorum. Sana bu odunların parasını vereyim kasabaya kadar eşeğe ben bineyim” der.
Parayı peşin gören yoksul adam, eşeğin sırtındaki odunları indirir, urganını toplayıp eşeğin palanına bağlar. Odununun parasını alır ve yorgun adamı eşeğe bindirir. Adamın yorgunluğunu fırsat bilen köylü, az sonra, geride bıraktığı odunlarına bakakalır:
“Odunlarım ne olacak? Odunlarımı belki daha fazlaya satardım, aldığım para az oldu sanki” der, bıyık altından gülümseyerek.
“Sen odunların için istediğin parayı aldın ya! Ben seninle pazarlık bile etmedim. Ne istediysen onu verdim.”
“Aldım almasına da… Yani, ne bileyim?”
Şişman adam:
“Pişman mısın sattığına? Beni kasabaya bıraktıktan sonra geri dönüp bana sattığın odunları yeniden yükleyip almayacağını nereden bileceğim? Benden daha fazla para koparmak amacıyla yaptığın bu davranışa bizim oralarda ‘Yerse!’ denir.
Demek ‘Yersen ha!’... Yemezler efendi, yemezler! Al eşeğini ver paramı. Ben zaten dura dinlene gidiyordum. Yine aynı şekilde giderim kasabaya, senin doyumsuzluğuna pabuç bırakacak değilim” der ve eşekten iner. Köylüye verdiği parasını alarak yola koyulur.
Tek başına eşeğe odun çatmanın zorluğunu hesaba katmayan yoksul adam, kurnazlığının ve açgözlülüğünün cezasını geri dönüp odunları bin bir güçlükle yeniden eşeğe yüklemekle öder.
Pazara geç kalmıştır. Elinde kalan odunu yok pahasına satmak istese de pazarda alıcı bulamaz. Yorgun argın, satamadığı odunlarla birlikte köyüne dönmek zorunda kalır.
Bu öykü, toplumun büyük bir kesimini etkisi altına alan köylü kurnazlığını anlatan en güzel öykülerden biridir.
Toplumumuzdaki sosyal çürümenin ve içinde debelendiğimiz ekonomik sıkıntıların gerçek sorumluları, kısa vadeli çıkarlar uğruna kurnazlıklar yaparak kazanç sağladığını sanan sözde akıllılar değilse… Kimlerdir?
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gazetemalatya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

02
Kasım
05
Ağustos
18
Temmuz
08
Temmuz
03
Temmuz
02
Temmuz
19
Haziran
11
Haziran
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.