Küçükken, zor sandığımız, aslında bizim için kolay olan hayatın, bizi koruma, besleme, büyütme ve yetiştirme sorumluluğunu üstlenenler için ne kadar da zor olduğunu ne zaman anladık?
Ya da ne zaman farkına vardık?
Hiç düşündünüz mü?
Oturduğumuz yerden, her şeyin ayağımıza gelmesini beklerken , kışın sıcak, yazın serin, rahat yataklarda yatıp uyumamız, güzel kıyafetler giymemiz, sağlıklı ve dengeli beslenmemiz, güvenli ve hijyenik ortamlarda kaliteli ve iyi bir eğitim almamız için araştıran, gece gündüz çabalayan, varını yoğunu seferber eden ebeveynlerimizin verdiği mücadeleyi, gözümüzün önünden geçirebilmemiz ve anlayabilmemiz için belli bir yaşa ve olgunluk düzeyine ulaşmamız gerekiyor.
Çocukluk ve gençlik döneminde bunu beklemek anlamsız olur elbette.
Ne zaman ki biz de büyüyüp, anne baba olup, evlatlarımıza karşı bu sorumlulukları üstlenince görmeye başladık madalyonun öteki yüzünü…
Gerçekten herkes kendi cephesinde bir yaşam mücadelesi veriyor. Bebeklerin, çocukların, gençlerin, yetişkinlerin, yaşlıların velhasıl herkesin (ya da toplumun büyük bir çoğunluğunun) işi zor, hem de çok zor.
Bunun üzerine, ekonomik krizler, hayat pahalılığı, küresel sorunlar (salgın hastalıklar, savaşlar, ekolojik dengenin bozulması, iklim değişikliği...), doğal felaketler (depremler, fırtınalar, seller, orman yangınları …) ilave edilince hayat mücadelesi, yaşam savaşına dönüşüyor. Savaşın galibi olmaz denir ya, sonuçta kaybediyoruz akıl, ruh ve vücut sağlığımızı, neşemizi, yaşama enerjimizi, hayata olan bağlılığımızı, biribirimize olan güvenimizi, kendimize ve başkalarına olan saygımızı, inancımızı, sevgimizi, mutluluğumuzu…
Sonuçta ne mi oluyor? Cehenneme çeviriyoruz yaşadığımız dünyayı, zehir ediyoruz bize verilen hayatı biribirimize.
6 Şubat depremlerinden sonra Malatya özelinde yaşam savaşı ciddi boyutlara ulaştı.
Ailesini, yakınlarını, evini, işini kaybeden, yıkıntılar içerisinde yaşamaya çalışan, trafik keşmekeşi içerisinde boğulan insanların yüzlerindeki ifade gerçekten içler acısı. İnsanlar öfkeli, insanlar sabırsız, insanlar içindeki kızgınlığı, kırgınlığı bir başkasına aktarma ve deşarj olma peşinde.
Uzun zaman önce sosyal medyadan denk geldiğim bir yazı geldi aklıma. Bu yazıyı sizinle paylaşmak istiyorum:
“ ÇÖP KAMYONU TEORİSİ
Kadın taksiye binmiş ve hava alanına gitmek istediğini söylemişti
Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola önlerine çıktı
Şoförü çarpmamak için sert şekilde frene bastı
Taksi kaydı, ama diğer arabaya çarpmaktan kıl payı farkla kurtuldu
Siyah arabanın sürücüsü camdan başını çıkarıp bağırmaya ve küfretmeye başladı
Taksi şoförü ise gayet sakin ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı
Kadın bütün bu olanları şokunu yaşarken taksi şoförünün tavrına daha da şaşırmıştı
Sordu Neden böyle davrandınız Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastanelik edecekti
Taksi şoförü gülümsemeye devam ederek Çöp Kamyonu Kanunu dedi
Kadın Çöp Kamyonu Kanunu diye sordu anlamamıştı
Şoför açıkladı Pek çok insan çöp kamyonu gibidir
Her tarafta içleri çöp dolu olarak dolaşıyorlar; kızgınlığı öfkeyi ve hayal kırıklığını biriktiriyorlar Ancak doldukça çöpleri bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar Bu bazen ben bazen de siz olabilirsiniz Kişisel almayın Sadece gülümseyin onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin. Onların çöpünü alıp işyerinize evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın
Başarılı insanlar çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler
Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla size iyi davranan insanları sevin iyi davranmayanlar için iyi temennilerde bulunun
Hayat %10 onunla ne yaptığınız, %90 onu nasıl alıp karşıladığınızdır…”
Ne anlamalı,ne söylemeliyiz?
Ne yapmalı ve nasıl başarmalıyız?
Kolay değil, biliyorum.
Yorumu sizlere bırakıyorum.
Kalın sağlıcakla!
Celal TÜRKER
28 Eylül 2024