1950-1960 YILLARINDA ÖZGÜRCE, COŞKUYLA NEVRUZ KUTLARDIK.
ŞİMDİKİ GİBİ SİYASETE KURBAN EDİLEN BİR MALZEME DEĞİLDİ.
SİZE KISACA BİZİM YAŞADIĞIMIZ GÜZELLİKLERİ ANLATACAĞIM.
BUNLARI YAŞAYANLAR HATIRLAMIŞ OLUR, YAŞAMAYAN ÖĞRENİR.
Çocukluğumuzdaki Bahar, NEVRUZ coşkusu
Mart ayının ikinci yarısında,21 Mart ile birlikte havalar ısınmaya, karlar erimeye, ağaçlar çiçeklenmeye, toprak yeşermeye, göçmen kuşlar yuvalarına dönmeye başlar. Bu nedenle 21 Mart bütün varlıklar için uyanış, diriliş ve yaradılış günü olarak kabul edilerek, Nevruz/YENİGÜN bayramı adıyla kutlanır.
3000 yılı aşkın bir süredir çeşitli medeniyetlerde bahar bayramı kutlamaları varmış.
Son yıllarda bu bahar kutlamaları birtakım olaylara, şiddete ve engellemelere neden oldu.
Benim çocukluğum 8-9 yaşıma kadar Malatya'nın Eski Malatya'sında geçti.
Kar yağınca bağda bahçede yapacak iş kalmazdı. Hayvanların bakımı kapalı ağıllarda yapılırdı. Kar yağınca toprak damlarımız kürendiğinde evler arasındaki sokaklar geçit vermez duruma gelirdi. Okula giderken bu yol vermez karlar tepelerini aşarak, okul yolundaki göğse kadar gelen karları yara yara giderdik. Okula varıncaya kadar ellerimiz, kulaklarımız, burun ucumuz DUYARDI. Okula girip yanan sobaya yaklaştığımızda kulaklarımızda, tırnak diplerimizde, burnumuzun ucunda dayanılmaz, sızlamalar, ağrılar oluşudur...
-"Mart ayı dert ayı"
-"Mart kapıda baktırır kazma kürek yaktırır"
denilir..Ama Mart ayının ikinci yarısında tabiat canlanır.
Çocukluk dönemimizde Mart ayının 21-22 si için Nevroz bayramı diye söylenirdi fakat öyle büyük kutlamalar falan olmazdı. Biz çocuklar çoban abilerimizle kırlara, tepelere sürü otlatmaya giderdik. Bu ara kırsal alanda bol bol üremiş olan NEVRUZ çiçeklerini toplardık. Tepelerin güneş almaz yerlerindeki henüz erimemiş karlar arasındaki nevruz çiçekleri müthiş bir güzellikti.
Bir de çiğdem çiçekleri bol olurdu. Toplar saplarıyla bağlayarak demetler yapardık. Muhteşem bir ağ ile sarılmış olan yumruları çok lezzetliydi. Doyuncaya kadar yer kalanını evimize götürürdük.
Baharın güzelliklerinden birisi de koyunların keçilerin doğurmalarıydı. Gün boyu otlatmaya çalıştığımız koyunlar keçiler otlatırken doğurmaya başlardı. Abiler bu konuda deneyimli ve tedbirliydiler. Doğuracak hayvana çok fazla müdahale etmeden takip ederlerdi. Doğan yavruları gebelik eklerinden ayırdıktan sonra tuzlar annelerinin önüne koyar annelere yavrularını yalatırlardı. Yavruların çoğu kısa sürede ayaklanır annesinin peşinde gezmeye başlardı. Ama genelde abiler bilhassa güçsüz yavruları ekmek torbalarına koyarak veya kucaklayarak eve getirirlerdi. Biz de abileri izleyerek gerekli kazanımları edinirdik. Ben 5 yaşında iken kimsenin olmadığı bir zamanda doğum sancısı tutan keçimizi doğurtmuştum. Bir siyah, birde beyaz gıdik (Oğlak) doğurtmuştum.
Sonrada Doktor olunca insan doğurttum.
Tecrübe, tecrübedir...
Ahhh ömür ahhh...Ahhh hayat ahhh...
Neler gördük neler yaşadık neler...
Biz doğanın potasından, yaşamın içinden pişerek geldik...
Dr-Hüseyin Aydıncak
NOT:
BUYMAK
1. halk ağzında Çok üşümek.
2- halk ağzında Soğuktan donarak ölmek.
GIDİK
Keçi yavrusu, oğlak
POTA
İçinde maden eritilen kap


