Ağılın* yığma taş duvarına oturmuştuk.
Sekiz, on çocuktuk.
Annelerimizin çerçiden aldığı kuru incirleri küçük ısırıklarla yiyor, ayaklarımızı duvardan aşağıya, öne arkaya doğru sallandırıyorduk.
Bir ağacın dalına yan yana tünemiş, ara sıra kanatlarını çırpan kuş sürüsü gibiydik...
*****
Benden birkaç yaş büyük olan komşu kızı Safiye, yaşıtı olan Gülistan ablama döndü;
"Biliyor musun?" dedi.
"Amcam Mehmet gurbetten geldi."
"Sofilerin oğlu Mehmet mi?"
"He kız, amcam amcam."
"İstanbullara gitmiş artık gelmez o, diyordu annem."
"Geldi işte kız. Ne getirmiş biliyor musun?"
"Sana mı? Ne getirmiş?"
"Bana değil be. Annem diyor ki; bir kutu getirmiş, kenarında şöyle düğmeleri varmış. Onları çevirince taa İstanbul'dan, Ankara'dan konuşan erkeklerin, kadınların sesi buraya geliyormuş."
"Kutunun içine mi girmiş adamlar?"
"Kutunun içine sığar mı adamlar akıllım?"
"Sığmaz."
"Sığmaz tabi. Sen, ben bilem sığmayız, koca adamlar nasıl sığar?"
"Yalandır bee. Köyde konuşanın sesi buraya gelmiyor, taa İstanbul'dan, Ankara'dan konuşanın sesi buraya nasıl gelir ki?"
"He, ben de inanmadım kız, nasıl gelir ki?"
"Ama bu akşam köyün erkekleri yaylaya dönünce, hepsini dedemgilde toplayacak, kutunun düğmesini açacak, sesi dinletecekmiş."
*****
O gün, günboyu bütün yayla evlerinde Sofiler'in oğlu Mehmet'in İstanbul'dan getirdiği kutu konuşuldu. Kutudan çıkacak sesi duyacak olmanın heyecanı herkesi sardı.
Akşama doğru bütün Mercan köyü halkı Sofiler'in yayla evinin önünde toplandı. Büyükler, anne babaya göz aydını, Mehmet'e hoş geldin yaptılar.
Yüksekçe bir yere konulan kutu, ceviz ağacından yapılmıştı. Camlı ön tarafı içinde bilmediğimiz yazılar vardı. Her iki tarafında aynı ebatta iki düğme vardı. Gözümüzü bu kahverengi kutudan ayıramıyorduk. İçinden çıkacak sesin duyulmayacağı endişesi ile kimseden çıt çıkmıyordu.
Nihayet Mehmet, yelek cebinden köstekli saatini çıkartıp baktı.
"Ajans saatine az kaldı" dedi.
Kutunun yanına geldi.
Düğmeleri sağa sola çevrilen kutudan önce cızırtılı sonra davudi bir ses, evin avlusundaki sessizliğin ortasına bomba gibi düştü...
*****
"Ankara Radyosu'ndan iyi akşamlar. Sayın dinleyiciler, ülke yönetimine bu sabah Milli Birlik Komitesi tarafından el konuldu. Hazırlanan bildiriyi Komite üyesi albay Alparslan Türkeş'den dinleyeceksiniz."
Tekrar bir cızırtı oldu sonra gür bir ses duyuldu kutudan.
"Sevgili Vatandaşlar, Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekâta Silahlı Kuvvetlerimiz; partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında, en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi, hangi tarafa mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır..."
*****
Radyo ile tanışmamız ilk kez bu şekilde oldu...
Doğu bölgesindeki köylerde hiçbir iletişim aracının olmadığı dönemdi. Dünyada neler olup bittiğinden habersizdik. Çevre köylerde olan bir olayı bile bazen günler sonra duyardık. İlde, ilçede olan haberleri de büyüklerimiz çoğunlukla çerçilerden öğrenirdi. İstanbul, Ankara, Malatya gibi şehirler, babaannemin anlattığı çiroklardaki kaf dağının arkasında kalan yerler gibi uzak geliyordu bize.
O yüzden, ülke siyasal tarihinde bir dönüm noktası olan 27 Mayıs 1960 darbesi haberini aynı gün duymak, köyümüze getirilen ilk tahta kutulu radyo sayesinde oldu...
*****
AĞIL* :
Ağıl, koyun ve keçi sürülerinin geceleyin barındığı, üstü açık, çevresi çit ya da duvarla çevrili yer.
Tüm ifadeler:
51Erol Maras, Mustafa Dolu ve 49 diğer kişi