Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

'LA DURUN BEN DE GELİYORUM!'

Yazının Giriş Tarihi: 28.01.2025 01:21
Yazının Güncellenme Tarihi: 28.01.2025 01:21
Meydan gazetesinde muhabirim..
***
7 Şubat 1992 günü İstanbul’da DGM Başsavcısı Yaşar Günaydın’a suikast düzenlendi. Menfur suikastta Başsavcı Günaydın, koruma polisi Şaban Ceylan ve şoförü Halit Balta şehit oldu. 8 Şubat 1992 günü şehitler için bir tören düzenlenecekti. Cenaze töreni ile birlikte, İstanbul'daki savcı ve polislerin protesto mahiyetinde bir yürüyüş yapacağı bilgisi geliyor medya merkezlerine...
***
O gün, tüm medya kuruluşlarından üçer, dörder kişilik ekiple olayı takip ediyoruz.
İlk tören, Gülhane Parkı’nın ön kapısında bulunan DGM binası önünde yapılıyor. Cüppe ve üniformalarını giymiş savcı ve polisten oluşan çok kalabalık bir grup cenazelere eşlik ediyor. Omuzlar üstüne alınan cenazeler Gülhane parkı içinden geçerek Sarayburnu’na iniyor. Sahil yolu güzergahından Eminönü’ne doğru yürüyüş yapan grup Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve mevcut hükumet aleyhine slogan üstüne, slogan atıyor…
***
Sirkeci arabalı vapur iskelesi önüne yaklaştığımızda kortejin elli metre kadar önündeyim. Yaya üst geçidine çıkıp daha iyi fotoğraflar çekmek istiyorum. Az önümde UBA Ajansı’ndan İnci Hüküm ve ANKA Ajansı’ndan Yahya Koçoğlu gidiyor. Onların da niyeti sanıyorum yaya üst geçidine çıkmak.
(İnci ile Yahya o zaman nişanlılar. Sonra evlendiler. Şimdi mutlu bir yuvaları var.)
***
Aniden üç ya da dört sivil kişinin, Yahya Koçoğlu’nun koluna girerek ilerdeki beyaz minibüse doğru sürüklediklerini gördüm.
İnci, arkadan Yahya’ya yapışmış, “nereye götürüyorsunuz” diye feryat ediyor.
Yahya, “hey millet beni gözaltına alıyorlar” diye bağırıyor.
Protesto yürüyüşünde olan polis ve savcıların yeri göğü inleten slogan sesleri arasında ikisinin de sesleri çevrede duyulmuyor bile.
Koşup yetişiyorum. İnci bir yandan, ben bir yandan Yahya'nın parkasından yapışmışız. Minibüsün kapısından Yahya’yı içeri almalarına direniyoruz. Fakat adamlar iri yarı boylu ve güçlü. Karşı koymamız imkansız. Önce Yahya sonra ona sıkı sıkı sarılmış olan İnci ve ben bindiriliyoruz minibüse…
***
Bu arada, dışarıdan bir ses duyuluyor.
- La durun ben de geliyorum…
Durmadan tekrarlanıyor yaklaşan ses.
- La durun, la durun ben de geliyorum…
Bir baktık Musa Ağacık.
Henüz kapanmayan minibüsün kapısına dayandı. '
Milliyet gazetesinde çalışıyor o dönem Musa. O gün ağır grip olmuş, hasta. Hava zaten soğuk. Minibüse doğru koştuğumu görünce, Cağaloğlu’na giden medya aracı olduğunu düşünüyor. Yetişip binmek istiyor…
Neyse…
Gelir gelmez durumu anladı tabi.
Kapıyı tutan Musa ile sivil polisler arasında şu diyalog geçiyor.
Memur: La git Musa…
Musa: Gitmem. Arkadaşlarımı nereye götürüyorsunuz?
Memur: Lan git… Belanı bulma…
Musa: Gitmem…
Musa’da uzun boylu güçlü biri. Tuttuğu kapının kapanmasına izin vermiyor. Polisler içerden o dışardan kapıyı çekiştirip duruyorlar.
Memur: Git lan buradan…
Musa: Gitmem…
Nihayetinde öfkelenen sivil memurlardan biri;
“Gitmiyor musun? Gel lan sen de” deyip Musa’yı da çekip bindiriyor minibüse...
***
Kapısı kapanan araç hızla hareket ediyor. Gayrettepe’de bulunan Emniyet Müdürlüğüne doğru götürülüyoruz.
Musa Ağacık'ı tanıyanlar bilir. Renkli bir kişiliği vardır. Kendine has üslubu, hazır cevapları ve esprili hoş sohbetiyle tanınan bir gazeteci. Bindirildiğimiz araçta sivil memurlar ile aralarında diyalog devam ediyor.
***
Musa: Memur arkadaşlar bizi nereye götürüyorsunuz?
Memur: Gidince görürsün… Ayrıca biz senin arkadaşların değiliz.
Musa: Vatan millet aşkına, suçumuz ne?
Memur: Vatan milleti ağzına alma…
Musa: Neden? Vatan millet sizin tekelinizde mi?
Memur: Hakaret etme…
Musa: Hakaret etmiyorum. Hepimiz bu vatanın, milletin çocukları değil miyiz?
Memur: Biz neciyiz? O…pu çocuğu muyuz?
Musa: Haşa… Öyle bir şey demedim.
Memur: Dedin, bu da dedi.
Yahya’yı gösteriyor konuşan.
Memur: Minibüse bindirilirken, “ey millet bunlar beni götürüyor” diye bağırdı. Biz kimiz?
Musa: Bilmiyoruz, kimsiniz?
Memur: O…..pu çocuğu muyuz?
***
Niyetleri anlaşılıyor sivil memurların. Sebepsiz yere gözaltına alınışımıza bir dayanak bulmaya çalışıyorlar. Yahya'nın götürülüşüne karşı koyuşumuzu, ‘görevli memura mukavemet’, diyaloglarımızı ‘hakaret’ olarak göstermeye çalışıyorlar. Kendilerine bir koz bulmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Bu oyuna gelmiyoruz...
***
Gayrettepe’de Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü binasına götürülüyoruz. Tomson adı ile bilinen silahları tutan nöbetçi polisler eşliğinde bir odaya alınıyoruz. Telaşlı bir koşuşturma var. Dışarıdaki seslerden, dördümüzün gözaltına alınışından oradaki yetkililerin pek memnun olmadıkları anlaşılıyor.
- Diğerlerini niye getirdiniz…
- Ortalığa ayağa kaldırmış…
- Emniyet müdürü aradı…
- Başımıza bela olacaklar…
Ortalığı ayağa kaldıran kim? Emniyet Müdürü niye aradı? Kim kimin başına bela olacak? Bilmiyoruz…
***
Bir süre sonra beni dışarı çıkarıyorlar. Masanın başındaki telefon ahizesi açık. Memurun biri eliyle işaret ediyor.
- Seni istiyor, konuş…
Ahizeyi alıp kulağıma götürüyorum.
- Alo…
Karşı tarafta servis müdürümüz rahmetli Behiç Kılıç’ın sesi.
- Hayatım iyi misin?
O anki ruh halimi şimdi anlatmama imkan yok…
***
Meğer Sirkeci’de biz dertop edilip minibüse bindirilirken, aynı gazetede birlikte çalıştığımız Şenol Gezer, çıktığı yaya geçidi üstünde olayı görüyor. Derhal bir esnafın dükkânından gazeteyi arayıp Behiç müdürümüze durumu bildiriyor. Daha biz şubeye götürülmeden Behiç Kılıç, İstanbul Emniyet Müdürünü, İçişleri bakanını arayıp gazetecilerin gözaltına alınmasının nedenini soruyor. Ortalığı ayağa kaldırıyor…
Yetinmeyip, götürüldüğümüz şubeyi arayarak benimle konuşmak istiyor. Mecbur kalıyorlar benimle konuşturmaya…
***
Hala öyle mi bilmiyorum.
O dönemde böyle bir gücü vardı medya yöneticilerinin.
Hatta medyanın ve gazetecilerin…
***
Yahya Koçoğlu’nun neden gözaltına alınmak istendiğini öğreniyoruz sonunda. O dönemde üniversitelerde sık sık öğrenci olayları meydana gelirdi. Beyazıt’ta bulunan İstanbul Üniversitesi olayların en çok yaşandığı yerdi. Bu olayları takip eden gazetecilerden biriydi Yahya. Sivil polis memurların gözüne batmış. Alıp sorgulamak istemişler. Ben, İnci ve Musa'nın, Yahya’yı yalnız bırakmaması işlerini bozdu tabi. Hele Behiç Kılıç’ın, gözaltına alınışımızı duyup durumu yukarılara taşıması ‘haber yapılır’ endişesi yarattı…
***
Dört saat sonra hepimiz serbest bırakıldık…
***
Musa Ağacık hala beni nerede görse, “vay cezaevi arkadaşım” diyerek sarılır. O anımızı anlatmaya başlar yanımızdakilere…
***
Bahri Kayaoğlu / "La Durun Ben de Geliyorum"
1 kişi ve gülümsüyor görseli olabilir
 
 
 
Tüm ifadeler:
64Erol Maras, Mustafa Sarıipek ve 62 diğer kişi
 
 
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)

65 YIL ÖNCE YAZILMIŞ BİR MEKTUP

19.04.2025 08:38

"Sayın Bakanım, Dün geceki konuşmalarımızın ışığı altında, zatı alinize memleketin huzur ve istikrarı için alınması lazım gelen tedbir ve kararlar hakkındaki görüşlerimi arz etmeyi milli ve vatani bir vazife bilirim. Sayın Başbakanın açıklamalarını dinledim ve okudum. Bunlarda, benim düşüncelerimin

Ö D L E K

02.04.2025 23:35

(Bu öykü, haksızlıklara karşı 'gıkı' çıkmayanlara armağan olsun.) ***** Birkaç gün önce, evde çocuklarıma ders veren öğretmen hanımı çalışma odama çağırmıştım. “Otur, Julia Vassilyevna” dedim. “Aramızdaki hesabı kapatalım. Her ne kadar şu anda paraya ihtiyacın varsa da, resmi bir merasimde be

CELAL BAYAR’I BAYILTAN GAZETECİ

15.03.2025 09:15

Benguc Ozerdem Uçuk bir adam. Rahmetli Celal Bayar’ı korkutarak bayıltan biri. Okuyacağınız bu hikâye onun hikâyesi. *** Olayı bilmeyenler için yazayım… *** Rahmetli Süleyman Demirel’in siyasetten yasaklı olduğu yıllar. Hüsamettin Cindoruk DYP Genel Başkanı. Bengüç, Yeni Asır gazetesinde m

ÇERÇİ

18.02.2025 22:55

Yanında yüklü iki katır, bir eşeği ile yaylamıza o gün bir çerçi* geldi. Yayla evlerinin tam ortasında, tahta oluktan, bilek kalınlığında suyu akan çeşmenin başındaki söğüt ağacının altında indirdi yükünü. Yorgun hayvanlarını suyun aktığı yönde yeşillenen çayıra bıraktı. Satacağı malları tek tek sa

EVE DÖNÜŞ (Öykü)

10.02.2025 20:06

Bin sekiz yüz doksan beş yılı, yaz mevsimiydi. Karlıova'ya bağlı Ferez köyünün yaylasında geceyarısı vaktiydi. Ay, kalaylı büyük bir bakır tepsi gibi gökyüzünde parlıyordu. Düz ovayı, kenarında geçen patika yolu, yamaçtaki palamut ve meşe ağaçlarını, güneş tutulmasındaki sarımsı-beyaz ışık gibi

Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.