kitap fuarı
Bahri KAYAOĞLU
Köşe Yazarı
Bahri KAYAOĞLU
 

BABAANNEMİN 'ÇİROK'LARI...

Kasım ayının sonlarına doğru yağmaya başlayan kar, Nisan ayının sonuna kadar kalkmazdı. Köyümüz Mercan'ın, Ekiz, Kereşan, Ferez, Gayntar, Çatma, Aznafer ve Karer köyleriyle bağlantısı tamamen kesilirdi. Bölgede daha henüz yol ve elektriğin olmadığı dönemdi. Radyo veya televizyonun adını, bırakın biz küçükleri, büyüklerimizin çoğu bile bilmezdi. Bir tek eğlencemiz vardı: Babaannemin 'çirok'ları.* Aylar süren o uzun kış günlerinde akşamın olmasını heyecanla beklerdik. Babaannemin dün geceden en güzel yerinde yarım bıraktığı çîrok'unu dinleme heyecanıydı bu. Sayısını hatırlamıyorum ama kızkardeşlerim dahil amcalarımın çocuklarıyla birlikte bir düzineden fazla çocuktuk. Karanlığın çökmesiyle birlikte dedemin konağında toplanırdık. Taş duvarlı konağın çam ağacından yapılmış dış kapısı geniş bir hole açılırdı. Holde ayakkabılarımızı çıkarır ara kapıdan büyük salona girerdik. Hol kapısının tam karşı duvarının ortasında kesme taştan örülmüş büyük bir şömine vardı. Geniş bacası, alev alev yanan meşe odununun dumanını vakum gibi çekip, damın üzerine çıkarıp gökyüzüne savuruyordu... Salonun diğer duvarlarında mutfak, kiler ve dört ayrı odaya açılan, ceviz ağacından yapılmış kapılar vardı. Şömineden yayılan sıcaklık, aralık bırakılan kapılardan bu odalara dolar, koca konağı hamam gibi ısıtırdı... Aydınlatma aracı olarak fanus*, çıra* ve lamba* dedikleri üç ayrı alet kullanılırdı. Biz gelmeden dedem lambayı yakmış olurdu. İkişer, üçer salona girdiğimiz zaman, el yapımı halıların serili olduğu duvar diplerine konulan yün minderlere otururduk. Nenemin işi uzarsa kendi aramızda fisıldaşmalar, birbirimizi dürtmeler başlardı. Eşref dedem, sesini çıkartmadan bize döner, hepimize ayrı ayrı şöyle bir bakardı. Anında sus-pus olurduk... ***** Babaannemin işi nihayet biterdi. Kalaylanmış bakır taslara tepeleme doldurduğu dut pestili, ceviziçi, kuru üzüm, kabak çekirdeğini ortaya serdiği sofrabezi üstüne koyar, bir kenarına otururdu. Birbirimizi ite kalka etrafına toplanırdık. "Nerede kalmıştık?", diye sorardı. Dün gece yarım bıraktığı son cümlesini hep bir ağızdan bağırırdık. Sadece kızkardeşim Melek, "Hayır, hiç de orada değildi", diyerek itiraz ederdi. "Oradaydı", derdik hep bir ağızdan yeniden. "Tamam, hatırladım", derdi babaannem. Bıraktığı son cümleden başlardı çirokun devamını anlatmaya... Çıt çıkarmadan dinlerdik. Her çirokun yüzyılları bulan bir serüveni vardı. Hayal ile gerçeği barındıran konu, olay ve olağan dışı kahramanları, bizi alır babaannemin anlattığı masal içindeki diyarlara götürürdü. Çirokun içinde geçen maceralara dalar, iyi kalpli kahraman yerine kendimizi koyar, hayaller kurardık... Ne çok çiroku vardı babaannemin. Öksüz Kız, Üç Oğlan, Dört Öğüt, İnatçı Horuz, Felek, Derviş, Korkak Ali, İncili Çadır, Kabak Gelin, Tilki ile Aslan, Gelinle Kuş, Ceylan ile yavrusu, Çoban ile Berivan, Tavuk ile Tilki... Herbirinin anlatımı dört, beş gece süren ismini hatırladığım çiroklardı... Babaannem o yumuşak sesiyle çirokunu anlatmaya başladıktan bir süre sonra en küçüklerimiz, önce yumak elleriyle gözlerini ovalar, uzun uzun esnemeye başlar, nihayetinde başını annesinin ya da babaannemin dizine bırakır, derin uykuya dalardı... Biz biraz daha büyükler, kuruyemişlerimizi yerken gözlerimizi faltaşı gibi açar, anlatılan çirokun tek kelimesini kaçırmamaya çalışırdık. Ve en heyecanlı yerinde babaannem şöyle bir toparlanır; "Bu gece bu kadar, devamı yarın gece", derdi. Uyuyan çocukları annelerimiz kucağına alır, biz büyükler önce dedemin sonra nenemin elini öper, evlerimize dağılırdık... ***** Gazeteciliğe başladıktan on yıl kadar sonraydı. Dönemin hükümeti bir af ilan etti. Siyasi suçluların yoğunlukta olduğu binlerce tutuklu salıverildi. Çalıştığım gazeteden, cezaevinden çıkan bir kaç kişi ile röportaj yapıp yazı dizisi hazırlamamı istediler. Beş, altı isim tesbit ettim. Konuştuklarımdan biri benden birkaç yaş büyüktü. 12 Eylül darbesinden sonra gözaltına alınmış siyasi suçlu olarak uzun yıllardır cezaevindeydi. "Akşamları bulunduğunuz koğuşta zaman nasıl geçiyordu?", diye sorduğum soruya çok güldü. Neden güldüğüne şaşırdığımı görünce döndü bana; "Ya kusura bakma. Gülmem tamamen kendimle alakalı. Öyle bir soru sordun ki hemen hemen her gece yaşadığım o anları hatırladım." dedi. Başladı anlatmaya: "Çocuktuk. Tatlı dilli bir yengem vardı. Uzun kış gecelerinde ailenin bütün çocukları onun etrafına toplanırdık. Çekirdek çıtlayıp kuru yemişler yerken onun anlattığı masalları dinlerdik. Onlarca masal. Herbiri öyle uzun masaldı ki günlerce sürerdi. Yengem, her gece en heyecanlı yerinde bırakır, "devamı yarın gece", derdi. Hepsini kelime kelime ezberlemiştim. Cezaevine girdiğim ilk yıllarda alışmak pek kolay olmadı. Gerçi siyasi koğuşta düzenli, programlı günlük yaşantımız vardı ama geceler geçmek bilmiyordu. Birkaç yıl sonra aklıma yengemin masalları geldi. Bir gece topladım etrafıma arkadaşları, başladım ilk masalı anlatmaya. Arkadaşlar arasında öyle heyecan yarattı ki, tüm koğuş müdavimi oldu bu masallarımın... Yengemin kuralını aynen uyguluyordum. Bol bol çekirdek, kuruyemiş çeşitleri alınırdı. Her gece masalı en güzel yerinde bırakırdım. Arkadaşlar hep bir ağızdan; 'aaaa...' diye bağırırdı. 'Devamı yarın gece, yarın gece' der, hınzırca güler, yatağıma çekilirdim. Yani anlayacağın, çocukluğumda yengemin anlattığı masallar, o uzun cezaevi gecelerimizin tek eğlencesi oldu, yıllarca..." ***** Çok şaşırdım. Hikaye benim hikayemdi. Demek ki bizim yaşımızdaki her çocuğun yaşamında bir aile büyüğü masalcısı vardı... ***** Bahri Kayaoğlu /Babaannemin Çirokları Köyceğiz / MUĞLA *ÇİROK: Masal, uzun hikaye. *FANUS: Silindir biçimindeki altlığına gaz doldurulup, içine yağlı keten fitil konulan bir araçtı. Üst kısmındaki silindir cam, fitil yakılınca saçtığı ışığı rüzgardan korurdu. En sert rüzgarlarda bile ışığı sönmezdi. Daha çok dış mekanda kullanılırdı. *ÇIRA: Altı kapalı, kalın saçtan yapılmış ters huni şeklindeydi. Haznesine doldurulan gazyağının içine sarkıtılan keten fitilin bir ucu, huninin dar ağızından dışarıya çıkartılırdı. Yağlı fitil yanınca pek sönmezdi ama kömürle çalışan eski kara tren lokomotifinin bacası gibi kapkara bir isli dumanı, bulunduğu mekana yayardı. *LAMBA: Alt kısmına gazyağı konulduktan sonra fitili tutan bir ayraçla alev derecesi ayarlanırdı. Yakılan fitil daha sonra koruyucu bir cam hazne ile kapatılırdı. İçindeki yağ bitinceye kadar ışık yaymaya devam ederdi. Genellikle bulunduğu yerin tamamını aydınlatacak şekilde, duvarlardan birinin ortasına konulurdu.
Ekleme Tarihi: 05 Aralık 2024 - Perşembe
Bahri KAYAOĞLU

BABAANNEMİN 'ÇİROK'LARI...

Kasım ayının sonlarına doğru yağmaya başlayan kar, Nisan ayının sonuna kadar kalkmazdı. Köyümüz Mercan'ın, Ekiz, Kereşan, Ferez, Gayntar, Çatma, Aznafer ve Karer köyleriyle bağlantısı tamamen kesilirdi. Bölgede daha henüz yol ve elektriğin olmadığı dönemdi. Radyo veya televizyonun adını, bırakın biz küçükleri, büyüklerimizin çoğu bile bilmezdi.
Bir tek eğlencemiz vardı:
Babaannemin 'çirok'ları.*
Aylar süren o uzun kış günlerinde akşamın olmasını heyecanla beklerdik. Babaannemin dün geceden en güzel yerinde yarım bıraktığı çîrok'unu dinleme heyecanıydı bu.
Sayısını hatırlamıyorum ama kızkardeşlerim dahil amcalarımın çocuklarıyla birlikte bir düzineden fazla çocuktuk. Karanlığın çökmesiyle birlikte dedemin konağında toplanırdık.
Taş duvarlı konağın çam ağacından yapılmış dış kapısı geniş bir hole açılırdı. Holde ayakkabılarımızı çıkarır ara kapıdan büyük salona girerdik. Hol kapısının tam karşı duvarının ortasında kesme taştan örülmüş büyük bir şömine vardı. Geniş bacası, alev alev yanan meşe odununun dumanını vakum gibi çekip, damın üzerine çıkarıp gökyüzüne savuruyordu...
Salonun diğer duvarlarında mutfak, kiler ve dört ayrı odaya açılan, ceviz ağacından yapılmış kapılar vardı. Şömineden yayılan sıcaklık, aralık bırakılan kapılardan bu odalara dolar, koca konağı hamam gibi ısıtırdı...
Aydınlatma aracı olarak fanus*, çıra* ve lamba* dedikleri üç ayrı alet kullanılırdı.
Biz gelmeden dedem lambayı yakmış olurdu.
İkişer, üçer salona girdiğimiz zaman, el yapımı halıların serili olduğu duvar diplerine konulan yün minderlere otururduk. Nenemin işi uzarsa kendi aramızda fisıldaşmalar, birbirimizi dürtmeler başlardı.
Eşref dedem, sesini çıkartmadan bize döner, hepimize ayrı ayrı şöyle bir bakardı.
Anında sus-pus olurduk...
*****
Babaannemin işi nihayet biterdi.
Kalaylanmış bakır taslara tepeleme doldurduğu dut pestili, ceviziçi, kuru üzüm, kabak çekirdeğini ortaya serdiği sofrabezi üstüne koyar, bir kenarına otururdu. Birbirimizi ite kalka etrafına toplanırdık.
"Nerede kalmıştık?", diye sorardı.
Dün gece yarım bıraktığı son cümlesini hep bir ağızdan bağırırdık.
Sadece kızkardeşim Melek, "Hayır, hiç de orada değildi", diyerek itiraz ederdi.
"Oradaydı", derdik hep bir ağızdan yeniden.
"Tamam, hatırladım", derdi babaannem.
Bıraktığı son cümleden başlardı çirokun devamını anlatmaya...
Çıt çıkarmadan dinlerdik.
Her çirokun yüzyılları bulan bir serüveni vardı. Hayal ile gerçeği barındıran konu, olay ve olağan dışı kahramanları, bizi alır babaannemin anlattığı masal içindeki diyarlara götürürdü. Çirokun içinde geçen maceralara dalar, iyi kalpli kahraman yerine kendimizi koyar, hayaller kurardık...
Ne çok çiroku vardı babaannemin.
Öksüz Kız, Üç Oğlan, Dört Öğüt, İnatçı Horuz, Felek, Derviş, Korkak Ali, İncili Çadır, Kabak Gelin, Tilki ile Aslan, Gelinle Kuş, Ceylan ile yavrusu, Çoban ile Berivan, Tavuk ile Tilki...
Herbirinin anlatımı dört, beş gece süren ismini hatırladığım çiroklardı...
Babaannem o yumuşak sesiyle çirokunu anlatmaya başladıktan bir süre sonra en küçüklerimiz, önce yumak elleriyle gözlerini ovalar, uzun uzun esnemeye başlar, nihayetinde başını annesinin ya da babaannemin dizine bırakır, derin uykuya dalardı...
Biz biraz daha büyükler, kuruyemişlerimizi yerken gözlerimizi faltaşı gibi açar, anlatılan çirokun tek kelimesini kaçırmamaya çalışırdık.
Ve en heyecanlı yerinde babaannem şöyle bir toparlanır;
"Bu gece bu kadar, devamı yarın gece", derdi.
Uyuyan çocukları annelerimiz kucağına alır, biz büyükler önce dedemin sonra nenemin elini öper, evlerimize dağılırdık...
*****
Gazeteciliğe başladıktan on yıl kadar sonraydı.
Dönemin hükümeti bir af ilan etti. Siyasi suçluların yoğunlukta olduğu binlerce tutuklu salıverildi.
Çalıştığım gazeteden, cezaevinden çıkan bir kaç kişi ile röportaj yapıp yazı dizisi hazırlamamı istediler.
Beş, altı isim tesbit ettim.
Konuştuklarımdan biri benden birkaç yaş büyüktü. 12 Eylül darbesinden sonra gözaltına alınmış siyasi suçlu olarak uzun yıllardır cezaevindeydi.
"Akşamları bulunduğunuz koğuşta zaman nasıl geçiyordu?", diye sorduğum soruya çok güldü.
Neden güldüğüne şaşırdığımı görünce döndü bana;
"Ya kusura bakma. Gülmem tamamen kendimle alakalı. Öyle bir soru sordun ki hemen hemen her gece yaşadığım o anları hatırladım." dedi.
Başladı anlatmaya:
"Çocuktuk. Tatlı dilli bir yengem vardı. Uzun kış gecelerinde ailenin bütün çocukları onun etrafına toplanırdık. Çekirdek çıtlayıp kuru yemişler yerken onun anlattığı masalları dinlerdik. Onlarca masal.
Herbiri öyle uzun masaldı ki günlerce sürerdi. Yengem, her gece en heyecanlı yerinde bırakır, "devamı yarın gece", derdi.
Hepsini kelime kelime ezberlemiştim.
Cezaevine girdiğim ilk yıllarda alışmak pek kolay olmadı. Gerçi siyasi koğuşta düzenli, programlı günlük yaşantımız vardı ama geceler geçmek bilmiyordu.
Birkaç yıl sonra aklıma yengemin masalları geldi. Bir gece topladım etrafıma arkadaşları, başladım ilk masalı anlatmaya. Arkadaşlar arasında öyle heyecan yarattı ki, tüm koğuş müdavimi oldu bu masallarımın...
Yengemin kuralını aynen uyguluyordum.
Bol bol çekirdek, kuruyemiş çeşitleri alınırdı.
Her gece masalı en güzel yerinde bırakırdım.
Arkadaşlar hep bir ağızdan; 'aaaa...' diye bağırırdı.
'Devamı yarın gece, yarın gece' der, hınzırca güler, yatağıma çekilirdim.
Yani anlayacağın, çocukluğumda yengemin anlattığı masallar, o uzun cezaevi gecelerimizin tek eğlencesi oldu, yıllarca..."
*****
Çok şaşırdım.
Hikaye benim hikayemdi.
Demek ki bizim yaşımızdaki her çocuğun yaşamında bir aile büyüğü masalcısı vardı...
*****
Bahri Kayaoğlu /Babaannemin Çirokları
Köyceğiz / MUĞLA
*ÇİROK:
Masal, uzun hikaye.
*FANUS:
Silindir biçimindeki altlığına gaz doldurulup, içine yağlı keten fitil konulan bir araçtı. Üst kısmındaki silindir cam, fitil yakılınca saçtığı ışığı rüzgardan korurdu. En sert rüzgarlarda bile ışığı sönmezdi. Daha çok dış mekanda kullanılırdı.
*ÇIRA:
Altı kapalı, kalın saçtan yapılmış ters huni şeklindeydi. Haznesine doldurulan gazyağının içine sarkıtılan keten fitilin bir ucu, huninin dar ağızından dışarıya çıkartılırdı. Yağlı fitil yanınca pek sönmezdi ama kömürle çalışan eski kara tren lokomotifinin bacası gibi kapkara bir isli dumanı, bulunduğu mekana yayardı.
*LAMBA:
Alt kısmına gazyağı konulduktan sonra fitili tutan bir ayraçla alev derecesi ayarlanırdı. Yakılan fitil daha sonra koruyucu bir cam hazne ile kapatılırdı. İçindeki yağ bitinceye kadar ışık yaymaya devam ederdi. Genellikle bulunduğu yerin tamamını aydınlatacak şekilde, duvarlardan birinin ortasına konulurdu.
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gazetemalatya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.