kitap fuarı
Ali Ekber Pekşen
Köşe Yazarı
Ali Ekber Pekşen
 

AZ GELİŞMİŞLİK SARMALI

Yaşananlar dikkatle değerlendirildiğinde, az gelişmişlik olarak adlandırılacak hayata sanki devam denildi. Az gelişmişlik sarmalı olarak da adlandırılabilecek bir durum adeta benimsedi. Özellikle insan unsurunun birey olarak irade beyanında bulunacak yeterliliğe ulaşmamış olmasını fırsat olarak gören yönetsel anlayış tüm toplumu ve hayatı teslim aldı. Böyle bir anlayışın kabulü, bu sarmalda uzun süre kalınılacağının işareti gibi.  Otoritenin kararlarına ekseriyet tarafından itiraz edilmemesi, hatta akla ve mantığa aykırı olan kararların "vardır bir bildigi" denilerek sorgulanmadan  kabullenilmesi, bu sarmalın sürekliliğinin işareti olarak algılanmalıdır.  Çünkü yönetimi temsil eden otoritenin, yani iktidar olarak adlandırılan gücün uygulamaları kabul gördüğü, benimsendiği ve itiraz edilip alternatifler sunulmadığı sürece meşruiyet kazanır ve pekişir. Az gelişmişlik, geri kalmışlık ya da sömürülen ülkeler olarak adlandırılmaya neden olan bu reel durum; ülke, millet, devlet kavramlarıyla ifade edilen ve belli bir coğrafyayı işaret eden ve de o coğrafyadaki genel geçer hayatı tüm yönleriyle kapsayan bir olgudur. Cavit Orhan Tütengil Hocamız, 1970 yılında yayınlanan ‘Az Gelişmenin Sosyolojisi’ kitabında az gelişmenin niteliklerini; ‘Tabiattan gelen güçlükler ve engeller, kaynakların kıtlığı veya yeterince kullanılamaması, sosyo-kültürel güçlükler, gelişme hızını kesen nüfus artışı veya yeterli olmayan nüfus yoğunluğu, toplumları etkileyen büyük dönüşümlerin dışında kalınması, teknoloji ve organizasyonda yetersizlik, dış güçlerin yararına işleyen ilişkiler düzeni, gelişmede yer alan insan ve madde kaynaklarının kötü kullanılması veya elden kaçırılması’ (1) olarak ifade eder. Bu tespitlerin üzerinden 50 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen; kitleler ve toplumun ekseriyeti siyasetin günlük çıkar endeksli bakışıyla yönlendirilmeye devam etmekte. Toplumsal hayatın ve geleceğin nasıl olması gerektiği, siyasetin pragmatizmiyle belirlenmekte. İnsanların özel hayatına iktidar kurumu tarafından müdahale edilmekte. Gelecek planlamasında tek yetkili otorite olarak merkezi yönetimin söz sahibi olması, eğitim, sağlık, barınma, beslenme, ulaşım, ekonomi, güvenlik, dış politika gibi tüm toplumu ilgilendiren konularla ilgili alınacak kararlarda farklı toplum kesimlerinin görüş ve düşüncelerine ihtiyaç duyulmaması ve de güvenlikçi devlet politikalarıyla hareket edilmesi, insanı dışlayan anlayışın belirleyici olmasıdır. İnsanı merkeze almayan ve devleti hizmet kurumu olarak işlevselleştirmeyen anlayışta ısrar, az gelişmişlik sarmalının sürekliliği olarak değerlendirilmelidir. Az gelişmişliği aşmanın ve kalkınmanın yolu, kaynakların doğru değerlendirilmesidir. Bu kaynakların en önemlisi ise insan unsurudur. İnsan unsurunu gereğince değerlendiremeyen toplumların, bu girdabı aşmalarının neredeyse imkânsızlığını tarihi kayıtlar doğrulamaktadır. İnsan unsurunun değerlendirilmesinden kasıt; devletin hayata bakışında, yönetsel yapısında, yönetim süreçlerinde farklı bir paradigmayla işe koyulması ve insanı merkeze alan bir anlayışla organize olmasıdır. İnsanı merkeze alan devlet aklı, öncelikle insana doğrudan dokunan hukuk sistemini, eğitim sistemini, güvenlik politikalarını yeniden masaya yatırmalıdır. Bu anlamda yapılacaklara, bireylerin seçme hakkı olmadan doğuştan getirdikleri özellikleri nedeniyle ötekileştirilmelerinin önüne geçecek önlemlerle işe başlanmalıdır.  Nitelikli insan unsurunu yetiştirmenin en önemli merkezi eğitim kurumlarıdır. Tüm eğitim kademelerindeki okulların müfredatları, bilimsel verilere göre yapılandırılmalı. Bu çalışmaya bilim insanları, öğretmen meslek örgütleri, eğitim fakülteleri ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin katılımı mutlak sağlanmalı. Eğitimde başarıya ulaştıran sürecin en etkili elemanı öğretmene, işini özgürce yapabileceği eğitim ortamı yaratılmalı. Öğretmenin ekonomik durumu iyileştirilmeli. Okullar, katılım esaslı örgüt iklimini ve demokratik yönetimi benimsemeli. Siyasi partiler, bilim insanları, öğretmen meslek örgütleri, öğretmen yetiştiren kurumlar, tüm sivil toplum örgütleri zaman kaybetmeden bu işin üzerinde durmalı. Eğitim sisteminin insan yetiştirme anlayışı, günlük siyasetin popülizmine malzeme edilmemeli. İnsan eğitiminde bilimsel verileri esas almayan toplumların, az gelişmişlik sarmalından çıkmaları mucizelere kalacağından, kitlelerin eğitimine mucizeler ve popülizm yol gösterici olmamalı. .(1) Cavit Orhan Tütengil, Az Gelişmenin Sosyolojisi. s. 1 İstanbul Üniversitesi Yayınlarından No: 1555 -İktisat Fakültesi Yayını No: 282 İstanbul 1970
Ekleme Tarihi: 06 Ocak 2025 - Pazartesi
Ali Ekber Pekşen

AZ GELİŞMİŞLİK SARMALI

Yaşananlar dikkatle değerlendirildiğinde, az gelişmişlik olarak adlandırılacak hayata sanki devam denildi. Az gelişmişlik sarmalı olarak da adlandırılabilecek bir durum adeta benimsedi. Özellikle insan unsurunun birey olarak irade beyanında bulunacak yeterliliğe ulaşmamış olmasını fırsat olarak gören yönetsel anlayış tüm toplumu ve hayatı teslim aldı. Böyle bir anlayışın kabulü, bu sarmalda uzun süre kalınılacağının işareti gibi. 

Otoritenin kararlarına ekseriyet tarafından itiraz edilmemesi, hatta akla ve mantığa aykırı olan kararların "vardır bir bildigi" denilerek sorgulanmadan  kabullenilmesi, bu sarmalın sürekliliğinin işareti olarak algılanmalıdır.  Çünkü yönetimi temsil eden otoritenin, yani iktidar olarak adlandırılan gücün uygulamaları kabul gördüğü, benimsendiği ve itiraz edilip alternatifler sunulmadığı sürece meşruiyet kazanır ve pekişir.

Az gelişmişlik, geri kalmışlık ya da sömürülen ülkeler olarak adlandırılmaya neden olan bu reel durum; ülke, millet, devlet kavramlarıyla ifade edilen ve belli bir coğrafyayı işaret eden ve de o coğrafyadaki genel geçer hayatı tüm yönleriyle kapsayan bir olgudur.

Cavit Orhan Tütengil Hocamız, 1970 yılında yayınlanan ‘Az Gelişmenin Sosyolojisi’ kitabında az gelişmenin niteliklerini; ‘Tabiattan gelen güçlükler ve engeller, kaynakların kıtlığı veya yeterince kullanılamaması, sosyo-kültürel güçlükler, gelişme hızını kesen nüfus artışı veya yeterli olmayan nüfus yoğunluğu, toplumları etkileyen büyük dönüşümlerin dışında kalınması, teknoloji ve organizasyonda yetersizlik, dış güçlerin yararına işleyen ilişkiler düzeni, gelişmede yer alan insan ve madde kaynaklarının kötü kullanılması veya elden kaçırılması’ (1) olarak ifade eder.

Bu tespitlerin üzerinden 50 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen; kitleler ve toplumun ekseriyeti siyasetin günlük çıkar endeksli bakışıyla yönlendirilmeye devam etmekte. Toplumsal hayatın ve geleceğin nasıl olması gerektiği, siyasetin pragmatizmiyle belirlenmekte. İnsanların özel hayatına iktidar kurumu tarafından müdahale edilmekte.

Gelecek planlamasında tek yetkili otorite olarak merkezi yönetimin söz sahibi olması, eğitim, sağlık, barınma, beslenme, ulaşım, ekonomi, güvenlik, dış politika gibi tüm toplumu ilgilendiren konularla ilgili alınacak kararlarda farklı toplum kesimlerinin görüş ve düşüncelerine ihtiyaç duyulmaması ve de güvenlikçi devlet politikalarıyla hareket edilmesi, insanı dışlayan anlayışın belirleyici olmasıdır. İnsanı merkeze almayan ve devleti hizmet kurumu olarak işlevselleştirmeyen anlayışta ısrar, az gelişmişlik sarmalının sürekliliği olarak değerlendirilmelidir.

Az gelişmişliği aşmanın ve kalkınmanın yolu, kaynakların doğru değerlendirilmesidir. Bu kaynakların en önemlisi ise insan unsurudur. İnsan unsurunu gereğince değerlendiremeyen toplumların, bu girdabı aşmalarının neredeyse imkânsızlığını tarihi kayıtlar doğrulamaktadır. İnsan unsurunun değerlendirilmesinden kasıt; devletin hayata bakışında, yönetsel yapısında, yönetim süreçlerinde farklı bir paradigmayla işe koyulması ve insanı merkeze alan bir anlayışla organize olmasıdır. İnsanı merkeze alan devlet aklı, öncelikle insana doğrudan dokunan hukuk sistemini, eğitim sistemini, güvenlik politikalarını yeniden masaya yatırmalıdır.

Bu anlamda yapılacaklara, bireylerin seçme hakkı olmadan doğuştan getirdikleri özellikleri nedeniyle ötekileştirilmelerinin önüne geçecek önlemlerle işe başlanmalıdır.  Nitelikli insan unsurunu yetiştirmenin en önemli merkezi eğitim kurumlarıdır. Tüm eğitim kademelerindeki okulların müfredatları, bilimsel verilere göre yapılandırılmalı. Bu çalışmaya bilim insanları, öğretmen meslek örgütleri, eğitim fakülteleri ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin katılımı mutlak sağlanmalı. Eğitimde başarıya ulaştıran sürecin en etkili elemanı öğretmene, işini özgürce yapabileceği eğitim ortamı yaratılmalı. Öğretmenin ekonomik durumu iyileştirilmeli. Okullar, katılım esaslı örgüt iklimini ve demokratik yönetimi benimsemeli.

Siyasi partiler, bilim insanları, öğretmen meslek örgütleri, öğretmen yetiştiren kurumlar, tüm sivil toplum örgütleri zaman kaybetmeden bu işin üzerinde durmalı. Eğitim sisteminin insan yetiştirme anlayışı, günlük siyasetin popülizmine malzeme edilmemeli. İnsan eğitiminde bilimsel verileri esas almayan toplumların, az gelişmişlik sarmalından çıkmaları mucizelere kalacağından, kitlelerin eğitimine mucizeler ve popülizm yol gösterici olmamalı.

.(1) Cavit Orhan Tütengil, Az Gelişmenin Sosyolojisi. s. 1 İstanbul Üniversitesi Yayınlarından No: 1555 -İktisat Fakültesi Yayını No: 282 İstanbul 1970

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gazetemalatya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.