deneme bonusu veren siteler canlı casino akademik sofia grandpashabet güncel adres betpark süperbetin giriş betebet bets10 Matadorbet vdcasino tipobet giriş deneme bonusu siteleri deneme bonusu veren siteler

Diyarbakır Cezaevi 21 aydır müze olmayı bekliyor

Kültür 26.06.2024 - 15:10, Güncelleme: 26.06.2024 - 15:10
 

Diyarbakır Cezaevi 21 aydır müze olmayı bekliyor

Diyarbakır’da kötü şöhretini 12 Eylül Askeri Darbesi'nde uygulanan işkencelerinden alan 5 No’lu cezaevi, müze olması kararlaştırılarak Kültür ve Turizm Bakanlığına devredildi. Devir işleminin üzerinden 13 gün geçtikten sonra içerisi boşaltılarak tabelası indirilen cezaevi, aradan geçen 21 aya rağmen müze haline getirilmedi.

Rojan Mamo Filmlere ve kitaplara konu olan ve The Times gazetesinin “Dünyanın en kötü şöhretli 10 cezaevi” listesinde bulunan Diyarbakır’daki 5 No’lu cezaevinin müze yapılmasına karar verilmişti. Ancak cezaevi yerleşkesinin Kültür Bakanlığı’na devredilmesinin üzerinden geçen 21 ayda, cezaevini müze haline getirmek konusunda herhangi bir çalışma yapılmadı. Özellikle 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından tutuklulara yapılan işkenceler ile gündeme gelmiş olan 5 No’lu askeri cezaevi, 1988 yılında Adalet Bakanlığı’na devredilerek sivil cezaevi haline getirilmişti. Cezaevi, 24 Ekim 2022 yılında boşaltılarak tabelası indirildi. Adalet Bakanlığı’nın Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devrettiği cezaevinin aradan geçen 21 aya rağmen müzeye dönüştürülmesi için çalışma başlamadı. 2 polisin sürekli olarak nöbet tuttuğu, ihalesi bile yapılan cezaevi aylardır atıl durumda tutuluyor. Cezaevindeki işkencenin canlı tanıklarının oluşturduğu 5 No’lu Cezaevi Hafıza Girişimi Grubu ise müzenin içerisine Kültür Bakanlığı sosyal tesisleri yapılmasına ve müze oluşturma süreçlerine kendilerinin dahil edilmemesine karşı çıkıyor.   Ahmet Ertak Siyasi atmosfer değişince sözler unutuldu 5 No’lu cezaevinin “bir utanç abidesi olması için” yıllardır çalışmalar yürütüldüğünü ifade eden Cezaevi Hafıza Girişimi Grubu Sözcüsü ve 78’liler Derneği Diyarbakır Şubesi Başkanı Ahmet Ertak, cezaevinin müzeye dönüştürülmesi için yapılan çalışmaları 9.Köy’e anlattı. 5 No’lu cezaevindeki işkencelerin tanıklarını dinlediği zaman tüylerinin ürperdiğini söyleyen Ertak şöyle konuştu; “2000’li yılların başından itibaren 5 No’lu cezaevinin bir utanç merkezi olması için işkencelerin canlı tanıkları çeşitli çabalara girdi. Öncelikli olarak 12 Eylül askeri darbesi ve 5 No’lu cezaevinin sorumlularının yargılanması için bir çalışma başlatıldı. 2007 yılından ise 78’liler Derneği cezaevinin bir utanç abidesine dönüştürülmesi için mücadeleye girişti ve bir insanlık müzesi olması için çalışmalar yürütüldü. 50 akademisyen ve düşünürün dahil olduğu bir komisyon üzerinden bu müzenin nasıl olması gerektiği konusu tartışıldı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile bile görüşülerek talepler iletildi.“   Komisyonun talebinin, 5 No’lu cezaevinin Türkiye’nin yaşadığı karanlık bir süreci ortaya koyması ve ülkenin bir daha böylesine karanlık süreçler yaşamaması için “olduğu gibi muhafaza edilmesi” olduğunu anlatan Ertak, “Bu talep uzun bir mücadele neticesinde kabul edildi ve müzeye dönüştürülmesi kararlaştırıldı ama 2015 yılından itibaren değişen siyasi atmosfer bu kararı ve talepleri unutturdu. 2023 seçimlerinin hemen öncesinde ise cezaevinin boşaltılarak müzeye dönüştürülmesi kararlaştırıldı ve Adalet Bakanlığından Kültür ve Turizm Bakanlığına devredildi” dedi.   “Etnografya müzesi değil insan hakları müzesi olsun” Müze kararının alındığı ilk andan itibaren ilgililer ve yetkililer ile görüşme trafiği yürüttüklerini ifade eden Ahmet Ertak şunları söyledi; “Bizler de ilgililer ile görüştük ve nasıl bir müze yapılacağını sorgulamaya başladık. Bize her birinde ayrı ayrı işkencelerin uygulandığı 5 bloğun sadece 1,5 bloğunun müze haline getirileceği, geri kalan blokların başka amaçlar ile kullanılacağı ifade edildi ve bu 1,5 blogdaki müzede nelerin var olacağı söylenmedi. Bu görüşme bizi kaygılandırdı. Bizler de Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi hakikatleri araştırma komisyonunu oluşturduk öncelikle 90 sivil toplum ve meslek odası temsilcisi ile bir araya geldik, toplantılar yaptık. Daha sonra ise 107 sivil toplum, meslek örgütü ve siyasi parti temsilcinin imzası olan bir deklarasyon yayınladık. Temel talebimiz, anı ve etnografya müzesi değil, insan hakları müzesi olsun, fiziki yapı bir bütün olarak hafızaya dönüşsün ve orada yaşayanların ve yaşananların tümünün ayrıntılarıyla orada korunsun şeklindeydi. Bu talepler için Ankara’da Barolar Birliği’nden tutun, meclise ve siyasi partilere kadar genel merkezler ile görüşmeler yaptık. Bu müzenin keyfi uygulamalar ile değil, canlı tanıklarının talepleri doğrultusunda yapılmasını istedik.“ Bu hafızaya sırt dönülmemesi gerektiğini defalarca hatırlattıklarını da vurgulayan Ertak, “Gelinen noktada ise kapalı kapılar ardından kararlar veriliyor bizlere bilgi bile verilmiyor. Biz ısrarla bu cezaevinin bir utanç merkezi haline dönüştürülmesini dile getiriyoruz. Birçok yetkili kurum ile görüştük bu işkencelerin canlı tanıkları, işkenceleri hala vücudunda taşıyan arkadaşlarımız tarafından dilekçeler yazıldı. Arkadaşlarımız sürece dahil olmak istedi ama kör ve sağır tutumları devam etti” dedi.   Hüseyin Barış   5 No’lu cezaevinin bir utanç merkezine dönüştürülmesini talep eden ve 5’Nolu cezaevindeki işkencelerin canlı tanığı olan Hüseyin Barış ise, 9.Köy’e yaptığı açıklamada şunları söyledi; “Bu cezaevinin canlı tanığı olarak söylüyorum; Bir müze yapılacaksa kendini asan, yakmak zorunda kalan, açlık grevlerinde yaşamını yitiren tüm arkadaşlarımızın anılarını, bu utancı yeni nesillere aktaracak şekilde bir alana dönüştürülmesi gerekir. İnsanlığa karşı suç işleme merkezi olarak gösterilebilir. Hitler’in uygulamaları nasıl kamuoyuna açıldıysa bu işkencelerin, vahşetin de gözler önüne serilmesi gerekir.”   12 Eylül Askeri Darbesi olduğunda Mardin’in Nusaybin İlçesinde Zirai Donatım Şube Müdürü olarak görev yaptığını söyleyen Hüseyin Barış, darbenin üzerinden 8 ay geçtikten sonra asılsız iddialar ve ihbarlar neticesinde gözaltına alındığını anlattı. Barış gözaltı sürecini şu sözlerle ifade etti; “1981 yılının Mayıs ayında gözaltına alındım. 1 ay Nusaybin’deki komando tugayında, 1 ay da Mardin Jandarma Tugayında işkencelere maruz kaldıktan sonra Diyarbakır’da bulunan Seyrantepe gözetleme merkezine getirildim ve burada askeri mahkemeye çıkarılarak tutuklandım. 2 ay boyunca kesintisiz işkenceye uğradım. Nusaybin’de o dönem asayiş komutanı olan JİTEM kurucularından Ahmet Cem Ersever’in de işkencelerine maruz kaldım. O günlerde herhangi bir suçum olmadığı içinde artık cezaevine gidince işkencelerin biteceğini, istirahat edeceğimi zannediyordum. 13 Temmuz’da cezaevine sevk edildiğimde demir bir ring aracına bindirildim. Yaz aylarıydı ve ateş gibi yanıyordu araç. Tapısı açıldığında 5 No’lu cezaevine getirilmiştik. Bizi bizzat Esat Oktay Yıldıran ve ellerinde kalaslar zincirler olan askerler karşıladı. Yıldıran, “Hoş geldiniz çocuklar, bunları götürün banyo yapsınlar” dedi. Aylarca işkence görünce bu tutum beni duraksattı düşünmeye başladım. Adımımızı yere atar atmaz da bizlere saldırmaya başladılar.“   “Marşları ezberlemezseniz lağımdan çıkarılmazdınız” 5 No’lu cezaevinde yaşadığı işkencelere de değinen Hüseyin Barış yaklaşık 43 yıl önce yaşadığı süreci şu sözlerle anlattı; “17 kişi kan revan içinde 36’ıncı koğuşun salonuna götürüldük. Sıraya koydular ve üst araması yaptılar. Üzerimizde ne var ne yok aldılar. Bizleri tekrardan bir işkenceden geçirdiler. 36. koğuş hücrelerdir. 4 katlı her katında 10 hücrenin bulunduğu bir yer. Bizleri oraya götürdüler. En alt katta, üstteki üç katın lağımı yarım metre birikmişti. Yat-kalk yaparak bizleri bu dışkının içerisine soktular. 2 metre uzunluğundaki 60 cm genişliğindeki bir hücreye 17 kişi koyulduk. Hücrede sadece bir metrelik bir duvarın arkasında tuvalet vardı, başka da bir şey yoktu. Kan revan içindeydik. Beraber geldiğimiz insanları bile ayırt edemiyordum. Bizlere her gün marşlar ezberletilirdi. Marşları ezberleyenler lağımdan çıkarılarak üst kata götürülürdü. Okuma yazma bilmemeniz falan hiç önemli değildi. Marşları ezberlemezseniz lağımdan çıkarılmazdınız. 15 gün sonra 32’inci Koğuşa götürüldüm. 32’inci Koğuş en üst kattaydı. Arkadaşlarımızın kendini yaktığı 33’üncü koğuşun tam karşısındaydık. Aramızda iki metrelik bir koridor vardı. Bizim koğuş 120 kişiydi. Bazen 150 hatta 170 bile oluyorduk. Ranzalar birleştiriliyordu, üç kişi bir ranzada yatıyorduk. Battaniyeler yere serilerek balıklar gibi istiflenerek uyuyorduk.“   3 yıl boyunca işkencelerin kesintisiz sürdüğünü ifade eden Barış, “Bizlere çok az yemek verilirdi. Yemeklerde bir sulu yemek ve farelerin içinde getirilmiş, balgam atılmış bulgur pilavıydı ve herkes ancak bir kaşık yiyebiliyordu. Bir bardak su bütün ihtiyaçlarınızı karşılamak için verilirdi. Bütün gün yalnızca bir bardak su. Bunu söyleyince insanlar inanmak istemiyor ama koğuşta onlarca bidon su ve musluklar açık olduğu halde yalnızca bir bardak su kullanabiliyordunuz. Bu durum 3 yıl kesintisiz şekilde sürdü. 1983 Eylül ayında açlık grevleri başlayana kadar işkenceler tarifsizdi. Kafayı lağıma koymalar, soyma, çıplak yatma, zorla birbirine tecavüz ettirilme, hangi işkenceyi söylerseniz vardı ve bu işkenceler cezaevinde bulunan 40 koğuş için de uygulanıyordu” şeklinde konuştu.   “Diyarbakır zindanında insanlık ölmüştü, insanım diyebilecek kimse kalmamıştı” Cezaevinde kaldığı dönemde insan olduklarını unuttuklarını robota dönüştüğünü anlatan Hüseyin Barış şunları söyledi; “Bizler insanlığımızı unutmuş, birer robota dönüşmüştük. Her şeyimiz emir ve komuta şeklinde ilerliyordu. Yatış şeklimizi bile onlar belirliyordu. Sabah 5’te kaldırılarak 7’ye kadar mehter marşı söyletiliyordu. 2 kişinin birbiri ile anadili olan Kürtçeyi konuşması, bir volta atması, ölüme varan işkencelere neden oluyordu. Her koğuşta ajanları olduğu için de ispiyonlanma ihtimaliniz vardı. Gece gündüz koğuş kapıları açıktı. Ansızın baskın yapılarak işkence ediliyordu. Anlayacağınız Diyarbakır zindanında insanlık ölmüştü, İnsanım diyebilecek kimse kalmamıştı. Açlık grevleri başladıktan sonra cezaevinde durumlar biraz daha iyileştirildi. Esat’ın yerine gelen yönetim bile bu insanlara bunu yaptıktan sonra nasıl düşmanca yaşamasınlar diyerek önceki yönetime küfürler savuruyordu. Aynı dönem içinde devletin 2 ayrı yüzüne tanık olmuştum. 5 No’lu cezaevinde 9 yıl 8 ay kaldım. 1988 yılının 9 Şubat’ında kadar cezaevi koşulları normalleşmemişti.“   Diyarbakır’daki 5 No’lu cezaevi 4 Temmuz 1980 tarihinde inşa edildi. 12 Eylül darbesinin hemen ardından askeri yönetime devredilerek sıkı yönetim tarafından askeri cezaevine dönüştürülen 5’Nolu cezaevi, bu tarihten itibaren 12 Eylül’ün işkence merkezi olarak kullanılmaya başlandı. Türkiye’nin her yerinden getirilen tutuklular her çeşit işkenceye maruz kaldı. 5 No’lu cezaevinde yapılan işkenceler ve işkenceye karşı başlatılan grevlerde 36 kişi yaşamını yitirirken, farklı kaynakların verilerine göre 30-50 bin arasında tanıklarının ise vücutlarında ve hafızalarında hiç silinmeyen travmalar bıraktı. Haber: 9. Köy Haber Merkezi
Diyarbakır’da kötü şöhretini 12 Eylül Askeri Darbesi'nde uygulanan işkencelerinden alan 5 No’lu cezaevi, müze olması kararlaştırılarak Kültür ve Turizm Bakanlığına devredildi. Devir işleminin üzerinden 13 gün geçtikten sonra içerisi boşaltılarak tabelası indirilen cezaevi, aradan geçen 21 aya rağmen müze haline getirilmedi.

Rojan Mamo

Filmlere ve kitaplara konu olan ve The Times gazetesinin “Dünyanın en kötü şöhretli 10 cezaevi” listesinde bulunan Diyarbakır’daki 5 No’lu cezaevinin müze yapılmasına karar verilmişti. Ancak cezaevi yerleşkesinin Kültür Bakanlığı’na devredilmesinin üzerinden geçen 21 ayda, cezaevini müze haline getirmek konusunda herhangi bir çalışma yapılmadı.

Özellikle 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından tutuklulara yapılan işkenceler ile gündeme gelmiş olan 5 No’lu askeri cezaevi, 1988 yılında Adalet Bakanlığı’na devredilerek sivil cezaevi haline getirilmişti. Cezaevi, 24 Ekim 2022 yılında boşaltılarak tabelası indirildi. Adalet Bakanlığı’nın Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devrettiği cezaevinin aradan geçen 21 aya rağmen müzeye dönüştürülmesi için çalışma başlamadı. 2 polisin sürekli olarak nöbet tuttuğu, ihalesi bile yapılan cezaevi aylardır atıl durumda tutuluyor. Cezaevindeki işkencenin canlı tanıklarının oluşturduğu 5 No’lu Cezaevi Hafıza Girişimi Grubu ise müzenin içerisine Kültür Bakanlığı sosyal tesisleri yapılmasına ve müze oluşturma süreçlerine kendilerinin dahil edilmemesine karşı çıkıyor.
 

Ahmet Ertak

Siyasi atmosfer değişince sözler unutuldu

5 No’lu cezaevinin “bir utanç abidesi olması için” yıllardır çalışmalar yürütüldüğünü ifade eden Cezaevi Hafıza Girişimi Grubu Sözcüsü ve 78’liler Derneği Diyarbakır Şubesi Başkanı Ahmet Ertak, cezaevinin müzeye dönüştürülmesi için yapılan çalışmaları 9.Köy’e anlattı. 5 No’lu cezaevindeki işkencelerin tanıklarını dinlediği zaman tüylerinin ürperdiğini söyleyen Ertak şöyle konuştu;
2000’li yılların başından itibaren 5 No’lu cezaevinin bir utanç merkezi olması için işkencelerin canlı tanıkları çeşitli çabalara girdi. Öncelikli olarak 12 Eylül askeri darbesi ve 5 No’lu cezaevinin sorumlularının yargılanması için bir çalışma başlatıldı. 2007 yılından ise 78’liler Derneği cezaevinin bir utanç abidesine dönüştürülmesi için mücadeleye girişti ve bir insanlık müzesi olması için çalışmalar yürütüldü. 50 akademisyen ve düşünürün dahil olduğu bir komisyon üzerinden bu müzenin nasıl olması gerektiği konusu tartışıldı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile bile görüşülerek talepler iletildi.
 
Komisyonun talebinin, 5 No’lu cezaevinin Türkiye’nin yaşadığı karanlık bir süreci ortaya koyması ve ülkenin bir daha böylesine karanlık süreçler yaşamaması için “olduğu gibi muhafaza edilmesi” olduğunu anlatan Ertak, “Bu talep uzun bir mücadele neticesinde kabul edildi ve müzeye dönüştürülmesi kararlaştırıldı ama 2015 yılından itibaren değişen siyasi atmosfer bu kararı ve talepleri unutturdu. 2023 seçimlerinin hemen öncesinde ise cezaevinin boşaltılarak müzeye dönüştürülmesi kararlaştırıldı ve Adalet Bakanlığından Kültür ve Turizm Bakanlığına devredildi” dedi.
 

“Etnografya müzesi değil insan hakları müzesi olsun”

Müze kararının alındığı ilk andan itibaren ilgililer ve yetkililer ile görüşme trafiği yürüttüklerini ifade eden Ahmet Ertak şunları söyledi; “Bizler de ilgililer ile görüştük ve nasıl bir müze yapılacağını sorgulamaya başladık. Bize her birinde ayrı ayrı işkencelerin uygulandığı 5 bloğun sadece 1,5 bloğunun müze haline getirileceği, geri kalan blokların başka amaçlar ile kullanılacağı ifade edildi ve bu 1,5 blogdaki müzede nelerin var olacağı söylenmedi. Bu görüşme bizi kaygılandırdı. Bizler de Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi hakikatleri araştırma komisyonunu oluşturduk öncelikle 90 sivil toplum ve meslek odası temsilcisi ile bir araya geldik, toplantılar yaptık. Daha sonra ise 107 sivil toplum, meslek örgütü ve siyasi parti temsilcinin imzası olan bir deklarasyon yayınladık. Temel talebimiz, anı ve etnografya müzesi değil, insan hakları müzesi olsun, fiziki yapı bir bütün olarak hafızaya dönüşsün ve orada yaşayanların ve yaşananların tümünün ayrıntılarıyla orada korunsun şeklindeydi. Bu talepler için Ankara’da Barolar Birliği’nden tutun, meclise ve siyasi partilere kadar genel merkezler ile görüşmeler yaptık. Bu müzenin keyfi uygulamalar ile değil, canlı tanıklarının talepleri doğrultusunda yapılmasını istedik.
Bu hafızaya sırt dönülmemesi gerektiğini defalarca hatırlattıklarını da vurgulayan Ertak, “Gelinen noktada ise kapalı kapılar ardından kararlar veriliyor bizlere bilgi bile verilmiyor. Biz ısrarla bu cezaevinin bir utanç merkezi haline dönüştürülmesini dile getiriyoruz. Birçok yetkili kurum ile görüştük bu işkencelerin canlı tanıkları, işkenceleri hala vücudunda taşıyan arkadaşlarımız tarafından dilekçeler yazıldı. Arkadaşlarımız sürece dahil olmak istedi ama kör ve sağır tutumları devam etti” dedi.
 

Hüseyin Barış

 
5 No’lu cezaevinin bir utanç merkezine dönüştürülmesini talep eden ve 5’Nolu cezaevindeki işkencelerin canlı tanığı olan Hüseyin Barış ise, 9.Köy’e yaptığı açıklamada şunları söyledi; “Bu cezaevinin canlı tanığı olarak söylüyorum; Bir müze yapılacaksa kendini asan, yakmak zorunda kalan, açlık grevlerinde yaşamını yitiren tüm arkadaşlarımızın anılarını, bu utancı yeni nesillere aktaracak şekilde bir alana dönüştürülmesi gerekir. İnsanlığa karşı suç işleme merkezi olarak gösterilebilir. Hitler’in uygulamaları nasıl kamuoyuna açıldıysa bu işkencelerin, vahşetin de gözler önüne serilmesi gerekir.”
 
12 Eylül Askeri Darbesi olduğunda Mardin’in Nusaybin İlçesinde Zirai Donatım Şube Müdürü olarak görev yaptığını söyleyen Hüseyin Barış, darbenin üzerinden 8 ay geçtikten sonra asılsız iddialar ve ihbarlar neticesinde gözaltına alındığını anlattı. Barış gözaltı sürecini şu sözlerle ifade etti; “1981 yılının Mayıs ayında gözaltına alındım. 1 ay Nusaybin’deki komando tugayında, 1 ay da Mardin Jandarma Tugayında işkencelere maruz kaldıktan sonra Diyarbakır’da bulunan Seyrantepe gözetleme merkezine getirildim ve burada askeri mahkemeye çıkarılarak tutuklandım. 2 ay boyunca kesintisiz işkenceye uğradım. Nusaybin’de o dönem asayiş komutanı olan JİTEM kurucularından Ahmet Cem Ersever’in de işkencelerine maruz kaldım. O günlerde herhangi bir suçum olmadığı içinde artık cezaevine gidince işkencelerin biteceğini, istirahat edeceğimi zannediyordum. 13 Temmuz’da cezaevine sevk edildiğimde demir bir ring aracına bindirildim. Yaz aylarıydı ve ateş gibi yanıyordu araç. Tapısı açıldığında 5 No’lu cezaevine getirilmiştik. Bizi bizzat Esat Oktay Yıldıran ve ellerinde kalaslar zincirler olan askerler karşıladı. Yıldıran, “Hoş geldiniz çocuklar, bunları götürün banyo yapsınlar” dedi. Aylarca işkence görünce bu tutum beni duraksattı düşünmeye başladım. Adımımızı yere atar atmaz da bizlere saldırmaya başladılar.
 

“Marşları ezberlemezseniz lağımdan çıkarılmazdınız”

5 No’lu cezaevinde yaşadığı işkencelere de değinen Hüseyin Barış yaklaşık 43 yıl önce yaşadığı süreci şu sözlerle anlattı; “17 kişi kan revan içinde 36’ıncı koğuşun salonuna götürüldük. Sıraya koydular ve üst araması yaptılar. Üzerimizde ne var ne yok aldılar. Bizleri tekrardan bir işkenceden geçirdiler. 36. koğuş hücrelerdir. 4 katlı her katında 10 hücrenin bulunduğu bir yer. Bizleri oraya götürdüler. En alt katta, üstteki üç katın lağımı yarım metre birikmişti. Yat-kalk yaparak bizleri bu dışkının içerisine soktular. 2 metre uzunluğundaki 60 cm genişliğindeki bir hücreye 17 kişi koyulduk. Hücrede sadece bir metrelik bir duvarın arkasında tuvalet vardı, başka da bir şey yoktu. Kan revan içindeydik. Beraber geldiğimiz insanları bile ayırt edemiyordum. Bizlere her gün marşlar ezberletilirdi. Marşları ezberleyenler lağımdan çıkarılarak üst kata götürülürdü. Okuma yazma bilmemeniz falan hiç önemli değildi. Marşları ezberlemezseniz lağımdan çıkarılmazdınız. 15 gün sonra 32’inci Koğuşa götürüldüm. 32’inci Koğuş en üst kattaydı. Arkadaşlarımızın kendini yaktığı 33’üncü koğuşun tam karşısındaydık. Aramızda iki metrelik bir koridor vardı. Bizim koğuş 120 kişiydi. Bazen 150 hatta 170 bile oluyorduk. Ranzalar birleştiriliyordu, üç kişi bir ranzada yatıyorduk. Battaniyeler yere serilerek balıklar gibi istiflenerek uyuyorduk.
 
3 yıl boyunca işkencelerin kesintisiz sürdüğünü ifade eden Barış, “Bizlere çok az yemek verilirdi. Yemeklerde bir sulu yemek ve farelerin içinde getirilmiş, balgam atılmış bulgur pilavıydı ve herkes ancak bir kaşık yiyebiliyordu. Bir bardak su bütün ihtiyaçlarınızı karşılamak için verilirdi. Bütün gün yalnızca bir bardak su. Bunu söyleyince insanlar inanmak istemiyor ama koğuşta onlarca bidon su ve musluklar açık olduğu halde yalnızca bir bardak su kullanabiliyordunuz. Bu durum 3 yıl kesintisiz şekilde sürdü. 1983 Eylül ayında açlık grevleri başlayana kadar işkenceler tarifsizdi. Kafayı lağıma koymalar, soyma, çıplak yatma, zorla birbirine tecavüz ettirilme, hangi işkenceyi söylerseniz vardı ve bu işkenceler cezaevinde bulunan 40 koğuş için de uygulanıyordu” şeklinde konuştu.
 

“Diyarbakır zindanında insanlık ölmüştü, insanım diyebilecek kimse kalmamıştı”

Cezaevinde kaldığı dönemde insan olduklarını unuttuklarını robota dönüştüğünü anlatan Hüseyin Barış şunları söyledi; “Bizler insanlığımızı unutmuş, birer robota dönüşmüştük. Her şeyimiz emir ve komuta şeklinde ilerliyordu. Yatış şeklimizi bile onlar belirliyordu. Sabah 5’te kaldırılarak 7’ye kadar mehter marşı söyletiliyordu. 2 kişinin birbiri ile anadili olan Kürtçeyi konuşması, bir volta atması, ölüme varan işkencelere neden oluyordu. Her koğuşta ajanları olduğu için de ispiyonlanma ihtimaliniz vardı. Gece gündüz koğuş kapıları açıktı. Ansızın baskın yapılarak işkence ediliyordu. Anlayacağınız Diyarbakır zindanında insanlık ölmüştü, İnsanım diyebilecek kimse kalmamıştı. Açlık grevleri başladıktan sonra cezaevinde durumlar biraz daha iyileştirildi. Esat’ın yerine gelen yönetim bile bu insanlara bunu yaptıktan sonra nasıl düşmanca yaşamasınlar diyerek önceki yönetime küfürler savuruyordu. Aynı dönem içinde devletin 2 ayrı yüzüne tanık olmuştum. 5 No’lu cezaevinde 9 yıl 8 ay kaldım. 1988 yılının 9 Şubat’ında kadar cezaevi koşulları normalleşmemişti.
 
Diyarbakır’daki 5 No’lu cezaevi 4 Temmuz 1980 tarihinde inşa edildi. 12 Eylül darbesinin hemen ardından askeri yönetime devredilerek sıkı yönetim tarafından askeri cezaevine dönüştürülen 5’Nolu cezaevi, bu tarihten itibaren 12 Eylül’ün işkence merkezi olarak kullanılmaya başlandı. Türkiye’nin her yerinden getirilen tutuklular her çeşit işkenceye maruz kaldı. 5 No’lu cezaevinde yapılan işkenceler ve işkenceye karşı başlatılan grevlerde 36 kişi yaşamını yitirirken, farklı kaynakların verilerine göre 30-50 bin arasında tanıklarının ise vücutlarında ve hafızalarında hiç silinmeyen travmalar bıraktı.

Haber: 9. Köy Haber Merkezi

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gazetemalatya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.