'Verin Lefter’e, yazsın deftere!'

  RAhmetli Araştırmacı Yazar Adnan Işık Fenerbahçe'nin Efsane Futbolcusu Lefter'la yaşamış olduğu Anısıdır VULA BABA, BU DEFTER ADI DA NE OLUYU?

47 YIL SONRA YENiDEN LEFTER iLE …

Mayıs ayının son haftasına girerken, gazetelerde bir haber: 25 Mayıs 1993 Salı günü, saat 11.00′de, Büyükada’da bir tören yapılacak ve Büyükşehir Belediyesi’nin aldığı gerçekten kadirşinas bir kararla, Büyükada’daki eski Palamut Sokağı’na, Fenerbahçeli Lefter Sokağı adı verilecek…miş.

Anılan tarihte, Kadıköy’den 8.50 vapuru ile Ada’ya gidiyorum. Vapurda da, sanki bir zaman tünelinde gibiyim. Mavi deniz ve sakin dalgalar, beni 1946 yılının sonbaharına götürüyor.

Orta birde ikinci senemi okuyorum. Diyarbakır Muhteliti-karması Malatya’da. Diyarbakırlılar gelmeden, “Defter” diye birisinin adı geldi. Dedikodu da başladı: “Vula baba, bu Defter adı da ne oluyu?”, “Yazılacak defter mi bu?”

Maç Sümerspor sahasında. Maalatya karmasında Kaleci ibrahim, Ayı Nevzat, Kasap Avni, Tuluk Nedim, Gıllı Vahap, Kelgür Memet gibi futbolcuların yanında Hamido, kardeşi İbo (istanbulspor,  BJK), Sarı Osman, Musa, Adanalı Mustafa, Firüzan da var.

Maç başladı. Ve Malatyalılar, “Defter”i tanımaya başladılar. Neyse ki Defter değil, Lefter’miş bu futbolcunun adı. Kısa boylu, esmer, asker traşlı bir delikanlı. Böyle futbolcu dostlar başına mı desem? Topu ayağına aldı mı, bizimkileri duman ediyor, tozumuzu atıyor. Bir defasında topu ayağına aldı, süratle kendi kalesine doğru gidiyor. Bizimkiler (yani Malatyalı futbolcular), kalecimiz hariç, hepsi Lefter’in peşinde, Diyarbakır kalesine doğru koşuyorlar. Biz Malatyalı seyirciler de; “Bu adamda akıl yok” diyoruz.

‘Vula baba, futbolcu olan topu kendi kalesine götürür mü?’

Aman..Aman!.. O da ne?.. Lefter topun üstüne bastı, süratle geri döndü, bomboş bizim kaleye doğru gidiyor. On oyuncumuz peşinde ama, tutabilene aşkolsun .. Üçüncü golü de yiyoruz.

Yani Lefter, daha sonraları “Verin Lefter’e, yazsın deftere!” sloganının ilk talimlerini, Malatya’da vizyona çıkarıyor.

Arkasından; görmediğimiz çalımlar, stoplar, şutlar seyrediyoruz. Ve de 4-2 yeniliyoruz. 3 veya 4 golün hepsi de Lefter’den…

Ertesi gün sokakta, kahvede, okulda, çarşıda, pazarda sadece Lefter konuşuluyor.

İstanbul’da, Taksim takımında futbol oynamış, askerliği nedeniyle Diyarbakır’ daymış..mış…mış…

Malatya, günlerce O’nu konuşmuştu.

Büyükada’ya çıkınca, doğru törenin yapılacağı yere gittim. Görevliler, tören mahallini düzenlemekle meşguldüler. Baktım, “Lefter Abi” geliyor: Kendimi tanıttım. Beni çok sıcak karşıladı. O’na 1946 yılını ve yukarıda yazdıklarımı hatırlattım.

Rahmetli Hamido ve kardeşi İbrahim Fendoğlu’nu iyi hatırlıyor. Malatya’daki maçından, rahmetli Özal’ında kendisine bahsettiğini söyledi

Ben de, çaput topun peşinde koştuğum ve 14 yaş günlerimde büyük bir hayranlıkla izlediğim, bu gerçekten büyük futbolcu ile bir hatıra fotoğrafı çektirdim.

Ayrılırken kucaklaştık, vedalaştık …

Bostancı Vapuru’nda dönerken, bu kez de anılar, beni 48′ senesine götürdü. 23 Nisan 1948. Stad, Atina’nın Panatinaikos Stadı. Sonuç; Türkiye: 3, Yunanistan: 1… Goller; K. Fikret, Lefter, Şükrü.

Koca stadda bütün Yunanlılar ağlıyordu. Bir seyirci de, maçtan sonra kendini Akropol’den atarak intihar etmişti.

İki gün sonra yapılan Atina-İstanbul karmaları maçını da 5-2 kazanıyorduk ve Lefter bu maçta da iki gol atıyordu.

Evet, işte böyle bir Lefter’i, bu onurlu gününde bir Malatyalı olarak herhalde yalnız bırakamazdım.

Değil’mi dostlar?