deneme bonusu veren siteler canlı casino akademik sofia grandpashabet güncel adres betpark süperbetin giriş betebet bets10 Matadorbet vdcasino tipobet giriş deneme bonusu siteleri deneme bonusu veren siteler

Binlerce kişi ekmek yiyordu!

Kültür 28.11.2019 - 16:35, Güncelleme: 15.06.2021 - 12:24
 

Binlerce kişi ekmek yiyordu!

1937’de doğdu, 1840’ta sünnet oldu..

1937’de doğdu, 1940’ta sünnet oldu, 2004’de amansız hastalığa yakalandı!.. 2008’de sizlere ömür!.. Yıllarca ekmeğini yiyen binlerce işçi kardeşler başınız sağ olsun!.. Bu tanımlama Sümer Bez Fabrikası işçilerinden Çarmuzulu Hasan Basri Tuncel’den. Aynı zamanda Malatya’nın yakın tarih sosyal yaşamını anlatan kitaplarıyla da tanınan yazar Tuncel’in tarih olan Sümer Bez Fabrikası ile ilgili kaleme aldığı ve Sevgili dostum ve meslektaşım Erol (Kurhan) tarafından sosyal medyada paylaştığı makale şöyle;   Maziye karışan dev Hasan Basri Tuncel Evde anamın dırdırı kahvede Arif’ in dırdırı beni epeyi yıpratmıştı. Baharın müjdesini Nisan ayı gelmeden komşunuz Yasin Dayı imdadımıza yetişerek bize başka bir müjdeyi verdi. Topladığı gençlere: -“Çocuklar Sümerbank fabrikasına imtihanla işçi alınacak. Siz kaydınızı yaptırın, gerisini ben hallederim” dedi. Yasin Dayı, uzun boylu, asık suratlı ve yapısı sert olmasına rağmen kalbi yumuşak bir adamdı. Cumhuriyet Halk Partisi’nin yıkılmaz kalesi olan Malatya’da, Demokrat Partisi, bir oy fazla kapması için neleri feda etmiyordu ki... Hele bir de Milletvekili çıkarmış olsaydı... Malatya’nın çehresi daha çok değişirdi... Yasin Dayı, Demokrat Partiliydi. Bizim grubun arkasında Yasin Dayı, Yasin Dayının arkasında da, hükümet vardı. Sırtını Beydağı’na dayamış gibi Demokrat Partiye dayamıştı. Nihayet, sınav günü gelip çatmıştı. Yazılı imtihandı. Neticede Yasin Dayı’nın adamları kazandı. Kırk kuruş saat Ücretiyle fabrikaya giriş yaptık. Beni atkı bölümüne verdiler. Çok kolay bir yerdi. Makineler otomatik olarak ipliği masuralara sarıp, yine otomatikman başka yere yolluyordu. Bir avantaj’ da güzel kızlarla çalışmaktı. Vaktin nasıl geçtiği bilinmiyordu. Kendi kendime; “Keyifte senin, yaşıyorsun Hasso..” diyordum. Zannetmiştim ki; kızlarla çalışmam yıllar sürecek... Dolayısı ile sevinçliydim. Biraz da kabarıyordum böyle bir yerde çalıştığıma. Piliçlerle çalışma saltanatım on beş gün sürdü. Akort (götürü) yapıp bobin kısmına verdiler. 1937 yılında temeli atılıp 1940’ ta faaliyete geçen Malatya Bez ve iplik fabrikası şu bölümlerle faaliyetini sürdürüyordu: Pamuk hallaç, fitil, haşıl, iplik çile, ham kontrol, bobin, flatör, atkı, tahar, boya, apre ve dokuma kısımlarıydı. Fabrika kurulduğundan beri, Çarmuzulu işçiler çoğunluktaydı. Bunu Kündübek (Gündüzbey), Çırmıktılı (Yeşilyurt),Tecdeli ve Kileyikliler (Yakınca) takip ediyordu. Beni, bobin kısmında, Hüseyin Gündüz isimli Kileyikli bir ustanın vardiyasına vermişlerdi. Hüseyin Usta, kısa boylu, geniş omuzlu, saçlarının ön kısmı dökülmüş sarışın bir adamdı. Herhalde tipim hoşuna gitmemiş olacak ki; beni “Kapalı makine tabir ettikleri Alman yapısı” en eski makineye verdi. Bu da yetmiyormuş gibi, en kalın iplikli masurayı bobin yapmam için benim makineye gönderiyordu. Hüseyin Usta güzel kadınların çalıştırdığı modern makinelere de çalışması kolay ince iplikleri veriyordu. İplikleri birbirine ulamaktan parmaklarım şişmişti. Tırnaklarım morarmıştı. Akort çalışıp fazla para kazanmam gerekirken kazancımız önceki verilen kırk kuruşun altına düşmüştü. Yıllar önce fabrikaya girip çalışanlar bana nazar değdirmişti: “Helal olsun yegenler. Hemi gözel para alıysınız, gırk guruş az para degil, hemi de gözel biliçlerin içinde yaşıysınız. Çirkinne bal yeme, gözelle daş daşı” demişler. “Biz işe girdiğimiz zamanlarda kimse garısını, gızını çalışdırmıydı. Hemde beş guruş saat ücretiyne girmişdik.” Diyorlardı. Malatya Sümerbank Fabrikasında dört bin kişi çalışıyordu. Binlerce insan ekmek yiyordu dev kuruluşun sayesinde. Çarmuzu’dan Mensucat Fabrikasına, vardiyalı çalıştığımız için dört, beş kişilik gruplar halinde gidip geliyorduk. Yolumuz şimdiki yeri eski sanayi bölgesi olan yerden geçiyordu. O zamanlar Kiltepe Mahallesi yoktu. Dikenli, taşlı, kıraç ve yüksekçe bir yerdi. Ermenilerin Mezarlığı olduğu için o civarların hepsine “Gâvur mezarlığı” deniliyordu. Fabrika yolunu aşındıran Çarmuzululardan kimler yoktu ki: başta Çerkezlerin Abdullah ve oğlu, İhsan olmak üzere Çerkezlerin Muhammed ve kardeşi Ali, Hacı Ahmetlerin Kel İsmail, Dolmaların Osman, Emoş’un Muharrem ve oğlu Orhan, Hofli’nin Mehmet, Kel Hasan’ın Ömer ve oğlu Aslankara Şükrü, Kırtışlar’ın Ali ve oğlu Muzaffer, Havuş’un Yasin, Bidolar’ın Hüseyin, Aşık Ömer’lerin Halil, Kanlıların Abdurrahman, Baytarın Aliseydi, Temirler’in Vahap, Muhacir Hüseyin, Hacoş’un Mustafa ve kardeşi Hasan (Milli Hasan), Güley’in Kel İbo ve oğlu Şükrü, Gollik Haci’nin Nuri, Mititin Musto, Çil Ömer’in Osman, Paniklerin Hacı Vahap, Boranlı Nurettin ve kardeşi Latif, İbocuklu Battal, Gotangöllü Abidin, Hacer’in Hasan ve hatırlayamadığım daha bir çokları… Gruplar halinde iş yerine gidip gelmemizin başlıca sebebi ise o civarlarda evler olmadığı için kurtlardan korktuğumuzdan dolayı kalabalık gidip geliyorduk. Her taraf bağ-bahçe, çamur, çepel, ıssız ve daracık cılga bir yolumuz vardı. Hatırı sayılır birkaç kişinin bahçeleriydi. Ekserisi Kıtlıklar ve İmamlarındı. Yaz kış çamurdan çıkılmıyordu… Zaten dar olan yola, bahçelerden taşan suların da gelmesiyle çamurdan zor geçiliyordu. Bu bahçelerde yaz aylarında kendir, kış mevsiminde de pırasa ve lahana eksik olmuyordu. Mahallemizin gururu, Çarmuzulu Çerkez’in Abdullah, dokumacılıkta şampiyonluğu kimseye kaptırmıyordu. Hem işe başlayışının on beşinci yılı, hem de işinde üstün başarı gösterdiğinden dolayı bir OMEGA marka kol saati, bir takım elbiselik kumaş ve bir kutu da lokumla taltif edilmişti. Çerkez’in Abdullah Dayı uzun boylu, pala bıyıklı, esmer benizli sevecen bir adamdı. Çok çalışkandı. Aynı zamanda fabrika dışında da kayısı işleriyle uğraşıyordu. Çerkez’in Abdullah Dayı’dan hazır bahsetmişken onun bir anısını da anlatmadan geçemeyeceğim: Abdullah Dayı ön dişleri olmadığı bir zamanda, komşusu Bekir Hoca’ya çay içmeye gider. Çinko demlikte mis kokulu çayla beraber, porselen şekerlik kelle şekerle(küp şekerle) ağzına kadar dolu olarak Abdullah Dayı ve Bekir Hoca’nın önüne konulur. Bardaklar dolar. Abdullah Dayı çayı yudumlamadan önce Bekir Hoca’ya “Bekir ben çayı gıtlama içeceğim” der. Bekir Hoca da “iyi ya gardaş! Bana göre hava hoş! Şekerden kârım olur” der. Bunun üzerine Abdullah Dayı çayını yudumlamaya başlar. Her yudumda koca kelle şekerin bir tanesini eriterek mideye indirir. Bekir Hoca bakar ki; tabaktaki şeker bitmek üzere. Boynunu sağa, sola büker, ya sabır çeker!... Abdullah Dayı o taraflı olmaz… Bardakta çay biter… İkinci bardağı doldurur… Zaten az kalan şekere aynı şekilde devam ederken Bekir Hoca hemen Abdullah Dayı’nın elini tutarak “Abdulla gardaş Allah’ını seversen sen bu gıtlamayı git evinde iç” deyince Abdullah Dayı safçasına: “Ula gardaş ağzımın dadını bozma ki iki bardah daha içem. Amma gözel olmuş çayınız… Zekiye Bacı’mın da eline sağlık gözel demlemiş.” Bunun üzerine Bekir Hoca: “Ula evin yapıla Abdulla senin! Bi tabah şekeri, bir bardah çayınan içersen hebe datlı olur. Şekerden kâr edeceğime seviniydim” der. Pratik çalışma üzerine ikinci şampiyon da yine Çarmuzulu Milli Hasan’dı. Tahar (dokuma tezgâhların taraklarına iplik dizme) bölümünde onun üzerine ondan üstün çalışan yoktu. Bundan dolayı da ona ‘Milli’ lakabını takmışlardı. O yılların Malatya’sı şimdikinden daha güzeldi. Beydağı’ndan baktığın zaman taa Dilek Kasabasına kadar sanki yeşil bir yorgan gibiydi. Evler ağaçların çokluğundan hiç gözükmüyordu. Gerçi iki kattan fazla bina pek nadir bulunuyordu. Bundan ötürü de evler ağaçların duldasında kalıyordu. “Yeşil Malatya” söylentileri o zamanın Malatya’sı içindi… Şimdi ise bozlar yeşil, yeşillerde boz oldu… Güzelim yeşil ağaçların yerini beton yığını aldı. Ağaçlara değer verilmiyor… Dikimine değil kesimine önem veriliyor… Her ne şartlarda olursa olsun, bir ağacın yirmi yılda meydana geldiğini unutmayalım. Beş katlı bir bina iki ayda tamam olur ama gölgesinde oturulacak bir ağaç ancak on senede meydana gelebilir… Boşu boşuna lüzumsuz yere ağaçlarımızı katletmeyelim… İhtiyaçtan fazlasını kesmeyelim… Kesilenlerin yerine de yenisini dikelim… Unutmayalım ki; bir ağaç bir insandır… Şimdi ise yetişmiş bir ağacı, bir karo taşına değişen zihniyetler türemiş… Malatya’nın bu güzel kuruluşu halkının ekmek teknesi, altmış dört sene hizmet vererek (1940-2004 yılına kadar) yüz binlerce insanı beslemiştir. Bu muhteşem yere birkaç para babasının göz koymasıyla, devletin de okeyini alarak satılması, çalışanları can evinden vurmuştu!... Bu zaman zarfında, yüzlerde mensucat çalışanları (tazminatlarını almalarına karşın) mağdur duruma düştüler. Ancak dört yıl aradan sonra 2008 de yeni yapılacak tesisin inşaatına başladılar. Modern tesisin ne zaman bitip işsizlere iş olanakları sağlayacağı belirsiz… Şimdiyse yüz binlere gıda veren Sümerbank‘ın yerinde yeller esiyor… Yetmiş yıllık binanın geride neyi kaldı? Sadece kitaplara ve dergilere geçen ismi ile resmi kaldı…1937 yılında doğdu!..1940’ta sünnet oldu!..2004’de amansız hastalığa yakalandı!.. 2008’de sizlere ömür!.. Yıllarca ekmeğini yiyen binlerce işçi kardeşler başınız sağ olsun!.. Yetkililer acaba düşünmediler mi? Yetmiş bir yıllık tarih abidesinin Malatya’ya bir hatırasının kalmasını… Hiç mi faydası dokunmadı Malatyalılara bu emektarın? Çok mu gördünüz Sümerbank’ın saat kulesini Malatyalılara? O kule yerinde kalsaydı… Restore edilseydi… İnip çıkılması ilgililere serbest olsaydı… Memleketi kuşbakışı tarassut kulesinden izleselerdi. Yetmişlik emektarın bir hatırası olarak kalsaydı… Gelecek kuşaklara “falan tarihte de burada böyle güzel bir yapı varmış” deselerdi sermayeden zararınız mı olurdu? İcabında turizme bile açılırdı. Yazık oldu! Bir tarih abidesi daha gömüldü, bilinçsiz ellerden kara topraklara!...
1937’de doğdu, 1840’ta sünnet oldu..

1937’de doğdu, 1940’ta sünnet oldu, 2004’de amansız hastalığa yakalandı!.. 2008’de sizlere ömür!.. Yıllarca ekmeğini yiyen binlerce işçi kardeşler başınız sağ olsun!.. Bu tanımlama Sümer Bez Fabrikası işçilerinden Çarmuzulu Hasan Basri Tuncel’den. Aynı zamanda Malatya’nın yakın tarih sosyal yaşamını anlatan kitaplarıyla da tanınan yazar Tuncel’in tarih olan Sümer Bez Fabrikası ile ilgili kaleme aldığı ve Sevgili dostum ve meslektaşım Erol (Kurhan) tarafından sosyal medyada paylaştığı makale şöyle;  

Maziye karışan dev

Hasan Basri Tuncel

Evde anamın dırdırı kahvede Arif’ in dırdırı beni epeyi yıpratmıştı.

Baharın müjdesini Nisan ayı gelmeden komşunuz Yasin Dayı imdadımıza yetişerek bize başka bir müjdeyi verdi. Topladığı gençlere:

-“Çocuklar Sümerbank fabrikasına imtihanla işçi alınacak. Siz kaydınızı yaptırın, gerisini ben hallederim” dedi.

Yasin Dayı, uzun boylu, asık suratlı ve yapısı sert olmasına rağmen kalbi yumuşak bir adamdı. Cumhuriyet Halk Partisi’nin yıkılmaz kalesi olan Malatya’da, Demokrat Partisi, bir oy fazla kapması için neleri feda etmiyordu ki... Hele bir de Milletvekili çıkarmış olsaydı... Malatya’nın çehresi daha çok değişirdi...

Yasin Dayı, Demokrat Partiliydi. Bizim grubun arkasında Yasin Dayı, Yasin Dayının arkasında da, hükümet vardı. Sırtını Beydağı’na dayamış gibi Demokrat Partiye dayamıştı.

Nihayet, sınav günü gelip çatmıştı. Yazılı imtihandı. Neticede Yasin Dayı’nın adamları kazandı.

Kırk kuruş saat Ücretiyle fabrikaya giriş yaptık. Beni atkı bölümüne verdiler. Çok kolay bir yerdi. Makineler otomatik olarak ipliği masuralara sarıp, yine otomatikman başka yere yolluyordu. Bir avantaj’ da güzel kızlarla çalışmaktı. Vaktin nasıl geçtiği bilinmiyordu. Kendi kendime; “Keyifte senin, yaşıyorsun Hasso..” diyordum.

Zannetmiştim ki; kızlarla çalışmam yıllar sürecek... Dolayısı ile sevinçliydim. Biraz da kabarıyordum böyle bir yerde çalıştığıma.

Piliçlerle çalışma saltanatım on beş gün sürdü. Akort (götürü) yapıp bobin kısmına verdiler.

1937 yılında temeli atılıp 1940’ ta faaliyete geçen Malatya Bez ve iplik fabrikası şu bölümlerle faaliyetini sürdürüyordu: Pamuk hallaç, fitil, haşıl, iplik çile, ham kontrol, bobin, flatör, atkı, tahar, boya, apre ve dokuma kısımlarıydı.

Fabrika kurulduğundan beri, Çarmuzulu işçiler çoğunluktaydı. Bunu Kündübek (Gündüzbey), Çırmıktılı (Yeşilyurt),Tecdeli ve Kileyikliler (Yakınca) takip ediyordu.

Beni, bobin kısmında, Hüseyin Gündüz isimli Kileyikli bir ustanın vardiyasına vermişlerdi. Hüseyin Usta, kısa boylu, geniş omuzlu, saçlarının ön kısmı dökülmüş sarışın bir adamdı. Herhalde tipim hoşuna gitmemiş olacak ki; beni “Kapalı makine tabir ettikleri Alman yapısı” en eski makineye verdi. Bu da yetmiyormuş gibi, en kalın iplikli masurayı bobin yapmam için benim makineye gönderiyordu. Hüseyin Usta güzel kadınların çalıştırdığı modern makinelere de çalışması kolay ince iplikleri veriyordu. İplikleri birbirine ulamaktan parmaklarım şişmişti. Tırnaklarım morarmıştı. Akort çalışıp fazla para kazanmam gerekirken kazancımız önceki verilen kırk kuruşun altına düşmüştü.

Yıllar önce fabrikaya girip çalışanlar bana nazar değdirmişti: “Helal olsun yegenler. Hemi gözel para alıysınız, gırk guruş az para degil, hemi de gözel biliçlerin içinde yaşıysınız. Çirkinne bal yeme, gözelle daş daşı” demişler. “Biz işe girdiğimiz zamanlarda kimse garısını, gızını çalışdırmıydı. Hemde beş guruş saat ücretiyne girmişdik.” Diyorlardı.

Malatya Sümerbank Fabrikasında dört bin kişi çalışıyordu. Binlerce insan ekmek yiyordu dev kuruluşun sayesinde.

Çarmuzu’dan Mensucat Fabrikasına, vardiyalı çalıştığımız için dört, beş kişilik gruplar halinde gidip geliyorduk. Yolumuz şimdiki yeri eski sanayi bölgesi olan yerden geçiyordu. O zamanlar Kiltepe Mahallesi yoktu. Dikenli, taşlı, kıraç ve yüksekçe bir yerdi. Ermenilerin Mezarlığı olduğu için o civarların hepsine “Gâvur mezarlığı” deniliyordu.

Fabrika yolunu aşındıran Çarmuzululardan kimler yoktu ki: başta Çerkezlerin Abdullah ve oğlu, İhsan olmak üzere Çerkezlerin Muhammed ve kardeşi Ali, Hacı Ahmetlerin Kel İsmail, Dolmaların Osman, Emoş’un Muharrem ve oğlu Orhan, Hofli’nin Mehmet, Kel Hasan’ın Ömer ve oğlu Aslankara Şükrü, Kırtışlar’ın Ali ve oğlu Muzaffer, Havuş’un Yasin, Bidolar’ın Hüseyin, Aşık Ömer’lerin Halil, Kanlıların Abdurrahman, Baytarın Aliseydi, Temirler’in Vahap, Muhacir Hüseyin, Hacoş’un Mustafa ve kardeşi Hasan (Milli Hasan), Güley’in Kel İbo ve oğlu Şükrü, Gollik Haci’nin Nuri, Mititin Musto, Çil Ömer’in Osman, Paniklerin Hacı Vahap, Boranlı Nurettin ve kardeşi Latif, İbocuklu Battal, Gotangöllü Abidin, Hacer’in Hasan ve hatırlayamadığım daha bir çokları…

Gruplar halinde iş yerine gidip gelmemizin başlıca sebebi ise o civarlarda evler olmadığı için kurtlardan korktuğumuzdan dolayı kalabalık gidip geliyorduk. Her taraf bağ-bahçe, çamur, çepel, ıssız ve daracık cılga bir yolumuz vardı. Hatırı sayılır birkaç kişinin bahçeleriydi. Ekserisi Kıtlıklar ve İmamlarındı. Yaz kış çamurdan çıkılmıyordu… Zaten dar olan yola, bahçelerden taşan suların da gelmesiyle çamurdan zor geçiliyordu. Bu bahçelerde yaz aylarında kendir, kış mevsiminde de pırasa ve lahana eksik olmuyordu.

Mahallemizin gururu, Çarmuzulu Çerkez’in Abdullah, dokumacılıkta şampiyonluğu kimseye kaptırmıyordu. Hem işe başlayışının on beşinci yılı, hem de işinde üstün başarı gösterdiğinden dolayı bir OMEGA marka kol saati, bir takım elbiselik kumaş ve bir kutu da lokumla taltif edilmişti.

Çerkez’in Abdullah Dayı uzun boylu, pala bıyıklı, esmer benizli sevecen bir adamdı. Çok çalışkandı. Aynı zamanda fabrika dışında da kayısı işleriyle uğraşıyordu. Çerkez’in Abdullah Dayı’dan hazır bahsetmişken onun bir anısını da anlatmadan geçemeyeceğim: Abdullah Dayı ön dişleri olmadığı bir zamanda, komşusu Bekir Hoca’ya çay içmeye gider. Çinko demlikte mis kokulu çayla beraber, porselen şekerlik kelle şekerle(küp şekerle) ağzına kadar dolu olarak Abdullah Dayı ve Bekir Hoca’nın önüne konulur. Bardaklar dolar. Abdullah Dayı çayı yudumlamadan önce Bekir Hoca’ya “Bekir ben çayı gıtlama içeceğim” der. Bekir Hoca da “iyi ya gardaş! Bana göre hava hoş! Şekerden kârım olur” der. Bunun üzerine Abdullah Dayı çayını yudumlamaya başlar. Her yudumda koca kelle şekerin bir tanesini eriterek mideye indirir. Bekir Hoca bakar ki; tabaktaki şeker bitmek üzere. Boynunu sağa, sola büker, ya sabır çeker!... Abdullah Dayı o taraflı olmaz… Bardakta çay biter… İkinci bardağı doldurur… Zaten az kalan şekere aynı şekilde devam ederken Bekir Hoca hemen Abdullah Dayı’nın elini tutarak “Abdulla gardaş Allah’ını seversen sen bu gıtlamayı git evinde iç” deyince Abdullah Dayı safçasına: “Ula gardaş ağzımın dadını bozma ki iki bardah daha içem. Amma gözel olmuş çayınız… Zekiye Bacı’mın da eline sağlık gözel demlemiş.” Bunun üzerine Bekir Hoca: “Ula evin yapıla Abdulla senin! Bi tabah şekeri, bir bardah çayınan içersen hebe datlı olur. Şekerden kâr edeceğime seviniydim” der.

Pratik çalışma üzerine ikinci şampiyon da yine Çarmuzulu Milli Hasan’dı. Tahar (dokuma tezgâhların taraklarına iplik dizme) bölümünde onun üzerine ondan üstün çalışan yoktu. Bundan dolayı da ona ‘Milli’ lakabını takmışlardı.

O yılların Malatya’sı şimdikinden daha güzeldi. Beydağı’ndan baktığın zaman taa Dilek Kasabasına kadar sanki yeşil bir yorgan gibiydi. Evler ağaçların çokluğundan hiç gözükmüyordu. Gerçi iki kattan fazla bina pek nadir bulunuyordu. Bundan ötürü de evler ağaçların duldasında kalıyordu.

“Yeşil Malatya” söylentileri o zamanın Malatya’sı içindi… Şimdi ise bozlar yeşil, yeşillerde boz oldu… Güzelim yeşil ağaçların yerini beton yığını aldı. Ağaçlara değer verilmiyor… Dikimine değil kesimine önem veriliyor…

Her ne şartlarda olursa olsun, bir ağacın yirmi yılda meydana geldiğini unutmayalım. Beş katlı bir bina iki ayda tamam olur ama gölgesinde oturulacak bir ağaç ancak on senede meydana gelebilir… Boşu boşuna lüzumsuz yere ağaçlarımızı katletmeyelim… İhtiyaçtan fazlasını kesmeyelim… Kesilenlerin yerine de yenisini dikelim… Unutmayalım ki; bir ağaç bir insandır… Şimdi ise yetişmiş bir ağacı, bir karo taşına değişen zihniyetler türemiş…

Malatya’nın bu güzel kuruluşu halkının ekmek teknesi, altmış dört sene hizmet vererek (1940-2004 yılına kadar) yüz binlerce insanı beslemiştir. Bu muhteşem yere birkaç para babasının göz koymasıyla, devletin de okeyini alarak satılması, çalışanları can evinden vurmuştu!...

Bu zaman zarfında, yüzlerde mensucat çalışanları (tazminatlarını almalarına karşın) mağdur duruma düştüler. Ancak dört yıl aradan sonra 2008 de yeni yapılacak tesisin inşaatına başladılar. Modern tesisin ne zaman bitip işsizlere iş olanakları sağlayacağı belirsiz…

Şimdiyse yüz binlere gıda veren Sümerbank‘ın yerinde yeller esiyor… Yetmiş yıllık binanın geride neyi kaldı? Sadece kitaplara ve dergilere geçen ismi ile resmi kaldı…1937 yılında doğdu!..1940’ta sünnet oldu!..2004’de amansız hastalığa yakalandı!.. 2008’de sizlere ömür!.. Yıllarca ekmeğini yiyen binlerce işçi kardeşler başınız sağ olsun!..

Yetkililer acaba düşünmediler mi? Yetmiş bir yıllık tarih abidesinin Malatya’ya bir hatırasının kalmasını… Hiç mi faydası dokunmadı Malatyalılara bu emektarın? Çok mu gördünüz Sümerbank’ın saat kulesini Malatyalılara? O kule yerinde kalsaydı… Restore edilseydi… İnip çıkılması ilgililere serbest olsaydı… Memleketi kuşbakışı tarassut kulesinden izleselerdi. Yetmişlik emektarın bir hatırası olarak kalsaydı… Gelecek kuşaklara “falan tarihte de burada böyle güzel bir yapı varmış” deselerdi sermayeden zararınız mı olurdu?

İcabında turizme bile açılırdı. Yazık oldu! Bir tarih abidesi daha gömüldü, bilinçsiz ellerden kara topraklara!...

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gazetemalatya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.